22 Aralık 2010 Çarşamba

Yoğun Bakım Manzaraları

İki gündür hastanedeyiz, bebek de yoğun bakım da. Yazınca ne kadar da korkutucu geliyor. oysa hala nefes alıyor, hastane odasında divana uzanıp tv seyrediyor, müzik dinliyor ve şu anda bunları yazıyorum. Sanki her şey normalmiş gibi .
Bebek koridorun sonunda yoğun bakım kapılarının ardında. Ben yeterince ezik davrandığım için doktorlar da bana yeterince iyi davranıyorlar. İlk sabah ağlayıp bayılma havalrındaydım ama şu an daha iyiyim. Bir de şöyle bir acı gerçek var ki, ne kadar ağlasan da bir yerde susmak zorunda kalıyorsun.
Neyse, bu gün durumu daha iyiymiş. Doktorumuz daha iyi konuştu. Ciğerlerde, kanda, idrarda vs..bir şey yok, sadece gırtlakta iltihap gibi mi ne , bilmiyorum işte, bir şey var nefes borusunu tıkayan, o eriyene kadar solunum cihazına bağlı kalacak. Arada bir uyanır gibi oluyor, tekrar uyutuyorlar, çünkü emekleyerek kaçmaya çalışıyormuş. Bizi 4-5 saatte bir yoğun bakıma alıyorlar görebilmemiz için , bir kaç dakika yanında duruyoruz.

Bunların dışında bu kadar iyi bir hastanede tedavi görebildiğimiz için tabii ki çok şanslıyız. İçimizi rahat tutmaya , olumlu düşünmeye çalışıyoruz. Ama tabii bana şu an Secret kitabını verseniz onu size sadece yaratıcı bir yolla iade edebilirim, okuyacak halim yok.

Peki günlerdir "21 Aralık 'da kötü şeyler olacakmış" diye Susan Miller'dan okuduğum şeyleri söylenerek gezmenin sonucunda 21 Aralık'ta bizim hastanede olmamız nedir ? Çağırmak mıdır hakkaten ?

Son olarak ;

Doktor Tamer Bey, doktorlara tanrı gibi davrananları şu an anlıyorum ve mümkünse gelip bizimle evde yaşamanı istiyorum, pembe oda senin olur zaten boş duruyo.

Yoğun bakım sekreteri kız çok güler yüzlüsün ama gene de bi daha görüşmesek olur bence.

Yoğun bakım doktoru Meral Hanım, bizi istediğimiz zaman içeri soktuğun için bence sen çok iyi bir insansın

Şirketimin aldığı ilk büyük yılbaşı partisi organizasyonunda tüm işlerini başına yığdığım sevgili ortağım, sevgili kız arkadaşı ve sevgili kardeşi, size güveniyorum gençler.

Tosun, çık artık ordan da eve gidelim.

7 Aralık 2010 Salı

Noel Baba'ya Hala İnananlar İçin...



Yılbaşı hediyesi göndermenin değişik bir yolu , çocukları sevindirmenin garantili yöntemi...Hemi de şurada indirimde

http://www.ekoloni.com/

21 Kasım 2010 Pazar

TATİL SONU MOTİVASYONU


Evet bugün tatilin son günü. İlk olarak bunu kabul etmeniz lazım. Şurada kalan bir kaç saati daha kanırtma hevesiyle "Hayııır, bitmediiii, hayııırrr" inadına girmemeniz lazım.

Tatil bitti. Yarın iş günü. Berbat bir trafik ve tatil sonrası depresyonlu insanlarla aynı caddeleri dolduracağız. Tatil fotoğrafları , normal hayatı inkar edercesine internete upload edilecek. Ve eminim ki hiç bir patron hiç bir çalışanından %100 verim sızdıramayacak.

Benim açımdan sorun yok açıkçası. Uzun süreli duraklamaları sevmem. Tatil matil tamam da, e hayat devam etmeyecek mi? Nereye kadar evde otur, ya da gez, ya da boş boş bakın. Her şey bi yere kadar işte. Hem kimsenin zenginliğin yolunu , hayatının aşkını ya da önemli bir buluşu tatilde bulduğunu zannetmiyorum. Silkelenip kendinize gelin. TATİL BİTTİ !

Bu yazıma yıllar öncesinden gelen enfes bir şarkının sözleriyle nokta koyuyorum.

" Gidene bay bay, gelene hay hay...."

20 Kasım 2010 Cumartesi

Olanlar Bitenler


Evet bir kez daha her şeyi halleden kadın olarak karşınızdayım. İşyerini açtım, yeni bakıcıyı buldum, arada bir doğum günü ve bir bayram telaşesi atlatıp, bir yandan da bebeğin çıkan no 5-6-7. dişleri ile boğuştum.

Anlatacak çok şey var. Bebekle, işle, hayatla ve benimle ilgili. Ama ne yazık ki şimdi alışverişe çıkmalıyım ve sonra eve koşup Erenimoya sarılmalıyım.

Ama geliyorum. Yakında buradayım.




21 Ekim 2010 Perşembe

Yardıma İhtiyacım Var

Fena halde yardıma ihtiyacım var. Çok kötü durumdayım.

Şirketi açmak üzereyiz, ofisi tuttuk, eşyaları aldık. Aylardır evde oturan ben iş hayatına adapte olmaya başlamıştım. Her şey biraz fazla hızlı ve güzel gidiyordu.

Ta ki gecenin köründe çalan telefona kadar. Bakıcımız gayet güzel ebelenmiş. Gecenin köründe yağmur altında bebekle beraber yollara düşmek, ama hiç bir işe yaramaması. 8 aydır yanımızdaki kızın sarılıp ağlayıp vedalaşması.

Sıfır uykuyla duruyorum ve ne yapacağımı bilmiyorum. Yani genelde ne yapacağına dair bir fikri olur insanın ama benim beynim durmuş durumda.

Yeni bir bakıcı bulmak gerekiyor. Nasıl olacak ? Nasıl güveneceğim. Of gene her şey sil baştan. Belki Tolga'nın annelerini çağırırım bakıcı alışana kadar dursunlar diye.

Bir de ortağıma anlatmak lazım durumu.

Acaba işten şirketten vaz mı geçeyim ? Biraz daha beklemede mi kalayım ? Ya da bir bakıcı alıp körlemesine iş diye direteyim mi?
Nasıl uyutacak bebeği ? Nasıl oyalayacak ? Nasıl alışacağız yeni gelecek birine ?

Tek bildiğim ...yardıma ihtiyacım var.

19 Ekim 2010 Salı

Yoksa Bu Oğlan Ezik Mi?

Oyun grubu mu , bebek okulu mu , görmemişin çocuğu olmuş nereye parasını atacağını şaşırmış mı , artık ne derseniz deyin adına, bebeği haftada bir gün bir saat bir yere götürüyorum. Yeni açılan bir yer, Eren'den başka iki tane daha bebek var onunla aynı yaş grubunda . Bu gün ikinci gidişimizdi.
Velhasıl bebek kalabalık ortamda kişilik değiştiriyor bunu anlamış oldum. Böyle bir sinik, ezik. Karşısında hadi yürüyelim, hadi oynayalım diyen oyun ablalarına bir tırsarak bakmalar... Dokunsan ağlayacak hareketler. Yerlere saçılmış boyalar, makarnalar, köpükler arasında özgürce oynaşabilecekken, ezik ezik bakmalar. Evet, evet doğru kelime bu, ezik oluyor benim bebeğim toplum içinde. Bi de hepsi yetmezmiş gibi oyun grubundaki diğer 6 aylık kız bebeğe yanık yanık bakmalar... Halbuki kızın umrunda mı acaba ? Acaba? Kız çatır çatır küpleri üstüste dizerken bizimki anca küpe parmağını sürüp deneysel çalışmalarda bulunuyor.
Evde neşeli, kahkalar atan, iki dakika zor zaptettiğimiz bu oğlan kalabalık ortamda süt dökmüş kedi, ürkek üveyik...Bakalım daha neler göreceğiz.

Önemli Not = Ateş'in annesi Belgin, blogunu çok beğeniyorum, senin sayende külotlu çorap buldum Eren'e ama yorum yazılamıyor blogunda, mail adresinde yok.. Hani niye kimse bana yorum yazmıyor fln diyosan diye :)

17 Ekim 2010 Pazar

Pazar Pazar


Üst diş geliyor, hem de bangır bangır geliyor. Güle güle huzur , elveda uyku. Abartıyorum biraz tabii, ama bu yeni huylar ? Suratıma bakıp yüzünü buruşturarak ağlayan bu çocuk ? Tutturmak ve inat etmek ? Ve benim bebek uyuduktan sonra her akşam 1 kadeh şarap içmem ? Sanırım kendimi alkolle avutuyorum . Hangi filmden öğrendiysem sanki burası New York benim adım da Amanda .


Neyse, bir de burnu tıkandı . Tonimer sıkıp duruyorum burnuna. Her gün okyanuslarda yüzse bu kadar okyanus suyu yutmazdı bebiş. Her odada nemlendirici çalışıyor, ev ananemin kilerinden daha berbat şekilde nem kokuyor . Öksürükten korktuğumu da anladı zaten, ilgimi çekmeye çalışırken yalandan öksürüp yan gözlerle bana bakıyor . Abartmıyorum gerçekten yapıyor. Ya neyse galiba biraz abartıyorum ama sonuçta yalandan öksürüyor işte ben korkıyım diye.


Bir de size de öyle geliyor mu ? Sanki herkes size sadece siz onlara kötü davrandığınızda iyi davranıyorlarmış gibi geliyor mu? Ne dedim ben şimdi ?


Tamam tamam sustum.


15 Ekim 2010 Cuma

Ne Zayıflatıyor ?


Her gören soruyor, nasıl zayıfladın. Bakın yazıyorum ne zayıflatıyor.


Spor zayıflatmıyor. Yürüyüş zayıflatmıyor. Haplar zayıflatmıyor. Elma sirkesi zayıflatmıyor. Sabah ılık limonlu su zayıflatmıyor. Vücudu streçlere sarmak zayıflatmıyor. Bilumum çaylar zayıflatmıyor. Yeşil çay da dahil. Yavaş yemek zayıflatmıyor. Sakız çiğnemek zayıflatmıyor.


Yememek zayıflatıyor.


Nokta.

14 Ekim 2010 Perşembe

Bebek vs Ben


Çocuk sahibi olmanın yerleşik ve düzenli bir hayata açılan bir pencere olduğunu düşünen insanlara çok gülüyorum bugünlerde. Hem de öyle böyle değil... Bilmiyorum akıllarında çocuk sahibi olmayı nasıl bir şey zannediyorlar, ve sıkıcı bir hayatla, durağan ve sabit bir düzenle özdeşleştriyorlar. Arkadaşlar, büyük bir sırrı açıklıyorum, çocuk sahibi olmak demek, bütün dünya ve içindekiler patlamaya hazır bir kola kutusu gibi aşağı yukarı sallanıp dururken sakin ve dengeli kalabilmeye çalışmak demektir.


Bebek daha geçen aya kadar emeklemeyi bile beceremezken şimdi geceleri bir arkamı dönüyorum, yatağında ayağa dikilmiş pis pis sırıtarak bana bakıyor. Birdenbire yürümeye çalışmalar, bu çalışmalar sırasında bol bol yere kapaklanmalar. Bir de , yani bu cümleyi kurarken bile komik geliyor ama, istediği şeyleri söylemeye başladı. Mama diyor, al diyor, baba diyor , abla diyor.. Peki anne diyor mu? Anladınız siz cevabı, neyse...


Tüm bu değişimlerin, minik kol çantası bebeğimin, istediklerini yapan asi bir bebeğe dönüşme sürecinin en hayret verici kısmı da şu ; bana gıcık olmaya başladı. Yo abartmıyorum, hayır halüsinasyon görmüyorum . Bebeğim , bana bildiğimiz gıcık oluyor, benimle yemek yemiyor, uyutmaya çalıştığımda uyumuyor, ninni söylemeye başladığımda kıkır kıkır gülerek dalga geçiyor... Hoş bunun bebeğin anneye karşı normal bir tepkisi olduğunu söyleyen milyon tane kitap okudum ama. Ne diyim ya.


Bir de okula başladık , ben ona bebek okulu diyorum. Haftada bir gün, bir saat giderek sosyalleşecek , biz de onu bu kış günlerinde oyalamanın bir yolunu daha bulmuş olacağız . İlk seferimizde beni de şaşırttı ve bol bol ağladı. Ağlayıp korkarak bana doğru sokulmasından ve bana sarılmasından psikopatça bir zevk aldım. İtiraf ediyorum, hiç bir aşık bir anne kadar bencilce sevemez ve ben de bir istisna değilim...


Hep beni sevsin sırf beni sevsin :P

13 Eylül 2010 Pazartesi

Tosun'un Bayramı

Bebekle gezdik durduk bu bayram. Akrabaları turladı bizimle, marifetlerini sergiledi. Cadde'de tur attı havalı, havalı. Ben Dükkan Burger'de biraları götürürken arabasından pis pis baktı bana. Ünlü olsaydım bir elimde bira bir elimde bebeğime yedirmeye çalıştığım meyva püresiyle fotomu çekerlerdi kesin .
Sonracııma, Maltepe sahilinde bayram sabahı bomboş bir yerde sabah kahvaltısı yaptı. Son anda arabasına tırmanıp elindeki kaşarı almaya çalışan bir kediden annesi onu kurtardı. Sahilde sabah yürüyüşü yaptı, salıncaklara bindi.
Arkadaş gezmelerine gitti. Onu seven insanlara temkinli yaklaştı. Gene de fazla terslemedi.
Aydos'a pide yemeye gitti. Bildiğimiz kıymalı kaşarlı pideden 2 dilim yedi, kendini aştı. doktor duymasın.
Sitede salıncaklara bindi lömbür lömbür sallandı. Rüzgar esmesine rağmen salıncaktan kalkmak bilmedi.
Oy kullanmak için bizimle tee eski mahalleye geldi, eski arkadaşlarımızı ziyaret etti. Pusulaya parmak bastırmayı bile düşünüyordum ama abartmayalım dedik. Oy verip dönerken yolda yağmura yakalandı, arabaya yetişene kadar sırılsıklam oldu. Islak kedi yavrusu gibi araba koltuğunda otururken korkmasın diye ""a negzel di mi oğluum yağmuuur" filan dedim .Nezaketen gülümsedi.
Kısacası bu tatil ona yaradı, maceradan maceraya koştu. Sıpa ya. Adam oldu.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Mışcasına Bayram


Bu bayram öyle bir bayram edin ki tanıyan tanımayan kıskansın. Türkiye'yi ilk defa gören bir Avrupalı'nın her halta şaşıran ve inceleyen çocuksu heyecanıyla yaşayın bu bayramı hatta, sanki ilk defa böyle bi şey görüyormuşsunuz gibi. İkram edilen şekerlere , baklavalara " Ooo ne kadar da otantik ve değişik bir kültür" kafasıyla yaklaşın.


Ziyaret edeceğiniz yaşlı akrabalarınız varsa elinize dökülen o limon kokulu kolonyayı en son ne zaman kokladığınızı hatırlamaya çalışın, ama sakın teyzeleşip kolonyayı kafanıza sürmeyin. Çünkü ele dökülen bir kolonyayı ancak bir teyze ya da amca kafaya sürer ve oh ferahladım valla der.


Sonracıma rejim yapanınız varsa koyun beline gitsin bu bayram yumulun tatlıya gilikoza. Akşam saatleri abartmayın ama , şekeriniz fırlar, sinir yapar.


Bu bayram hiçbir yere gidemiyorsanız, anlatacak havalı bir tatil hikayesi edinemiyorsanız, bunu kendinize dert etmeyin, cebinize kalan hayali paraları düşünün. Bu bayram havalı bir tatile gidiyorsanız da , ilk gününden eşe dosta havasını atmaya başlayın anasını satıyım, boşuna mı gittiniz oralara ? Ben olsam önümüzdeki on gün bayram tatilimi anlatırdım mesela...


Bu bayram telefon açmayı unutmayın yaşlılara. Biliyorsunuz kuş gibi telefon bekliyorlar böyle zamanlarda , acı ama gerçek. Bu arada sevdiğim herkes benden önce gidecekse 90 yaşına kadar yaşamayı istemezdim bea.


Bu bayram İstanbul'da yağmur yağarsa , size yakınlığına göre, Bağdat Caddesi, Nişantaşı, Beşiktaş, İstiklal gibi bir yere gidin. İşte o zamanlar şehir bizim, Yağmurlu Sabahları Sevenler Kulübü üyelerinin oluyor çünkü.


Neyse, ne yaparsanız yapın Pazar günü bayram mayram yok. Cts son. Değerini bilin.


İyi bayramlar.


5 Eylül 2010 Pazar

Alışveriş Listesi

- Kalyon tırnak cilası
- Dar siyah deri mont
- Gri uzun hırka ( çok uzun olmayabilir )
- Saç boyası ( kızılımsı olabilir )
- Light labne peyniri
- Dr Oetker Light Puding
- Meyve şekerli çikolata
- Tırnak törpüsü
- Maydonoz
- Çorap
- Fotograf makinası ( Bu makina olayıyla ilgili yazacağım)

Neyse ya ne gereksiz bi post oldu bu böyle di mi..İdare ediverin belki almanız gereken bi şeyleri hatırlamışsınızdır. En azından..Ne biliyim

3 Eylül 2010 Cuma

Sil Baştan


Bekliyorum.

Hep hissettiğim gibi, şu aralar da kulağım kapıda, yeni bir sayfa açılacak, biliyorum. Hem de adım gibi.

Böyle dönemleri oluyor ya insanın ; durgun suların dalgalanmaya başladığı, geminin güvenli limandan demir aldığı, bitişlerin ve başlangıçların kolkola olduğu.

Elimde değil işte, ben böyle şeyleri hissediyorum.

Heyecan , korku , belirsizlik filan falan. İyi olacak biliyorum, iyi olmak zorunda.

Sabırla bekliyorum.

2 Eylül 2010 Perşembe

Aman Tatil Bitti İyi de Oldu Çogzel Oldu


Geç oldu bayağı, ama yaz tatiline bir sezon kapanışı yapıp İstanbul'a dönebildik sonunda. Eh, tam da zamanında döndük bence yoksa kendimi "kaptırıvecektim" valla. Hehe.

Çeşme, denize inip sohbet cafe de saatlerce oturmak, karides güveç, babamın her akşam yaptığı mangallar, dolapta olmasına rağmen alıp durduğu balıklar, bebeğin kendini balık zannedip denizden çıkmaması, "aayy bu gün çok sıcak" muhabbetleri, rejimi bozup bozup toparlamalar, akşamüstü gezintileri dalyan heykelinin önünde güneşin batışı, Balıkçı Cevat'a çikolatalı sufle yemek için gitmek, Alaçatı ve pis kalabalığı, Ilıca ve takla attıran rüzgarı, bebeğin isilikleriyle olan onurlu ve uzun mücadelem, "Anne bana bi sakızlı kaave yapsannn" cümlesini kurmak, çocukluk arkadaşlarımın hamile karıları, bebekleri vs.. ile tanışmak ve vay anasını zaman ne çabuk geçiyor demek...

Böyle böyle koskoca yaz geçti işte. Üzülüyor muyum? Zerre kadar üzülmüyorum dostlar. Zaten geçmişi kafamdan saniyesinde silerim o başka, ama bir de sonbaharı özledim yahu. Malum Yağmurlu Sabahları Sevenler Kulübü burası. Bir hırka giyelim, geceleri üzerimizi örtelim, duş almadan 2 saat idare edebilelim değil mi ?

Neyse efendim, hoşbulduk:)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Doktor


Ya bebeğe yeni bir doktor bulmalıyım, ya da kendime çekmekle aşınmayacak bir sabır tespihi . Nerden mi çıktı ? Kendini halt sanan doktorlar lotaryasından çıktı efendim . Anlamadınız mı baştan başlıyım.

Doktorumuz hoş bir hanım, hastanemiz de güzel, isimli, güven telkin eden bir ticarethane. he, bebiş iyi olsun gerisi beni alakadar etmez sigorta var sonuçta . Bir de tabii kışın soğuk alıp 3 gün hastanede yatınca bebek, her anlamda daha titizim ya da daha evhamlıyım ya da manyaklık sınırlarında dans ediyorum bilemiyorum.. Yani sonuçta normal bir bebek annesiyim, çok aşırı bidurumum yok.

Ama ne zaman dünyalar sempatiği doktor hanıma gitsek, bir kestirme çabaları. Hani muayene 10 dakikadan fazla sürerse başımıza taş yağacak sanki. E hadi ona da eyvallah, bu yakada yeniyiz doktor bulamayız . Sorulan sorulara bu da sorulur mu bakışları. Şunu mu yedirsem bunu mu yedirsem desem, bir eksik ne yedirirsen yedir demesi yani. Ters kadın. Evet şu an çirkinleşiyorum , buyrun;

Bana bak tıp okuycam diye gençliğini yemiş , sonra da hazmedememiş suratsız kadın! Sen orda vakıf gureba hastanesinde mesai yapmıyosun, kimbilir o hastanenin kadrosuna girebilmek için ne kadar yırtındın ve ayda kaç bin milyar tl alıyosun. Bi zahmet sorulan sorulara adam gibi cevap ver , ve sanki azıcık konuyla ilgiliymiş sana muayeneye gelen bebeği de önemsiyomuş gibi görünüver. Sevimsiz. Gıcık. Tipsiz.

Bu Türk ddoktorlarına House, Grey's Anatomy filan izlettirmeyin kardeşim, hepsi kendini zekice ve ters cevaplar vermek zorunda hissediyor , bir artizlikler bi bişeyler, te allaım yaa.

Neyse bana yeni bir çocuk doktoru lazım galiba ya bununla birbirimize girmemiz sanırım yakın.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

İşe Gitmeyen Ama Çalışan Anne

İşte karşınızda çalışan bir kadının anne olduktan sonraki en büyük dilemması. E, hamilelik bitti, bebek geldi, iyi kötü düzen de kurduk bir kaç ay içerisinde.. Peki şimdi ne yapacağım ? Bebekten önceki günlerdeki gibi işe devam mı? Yoksa iş hayatına el sallayarak veda edip domestik eksenli yeni bir hayat kurmak mı..İşte bence sorun burada başlıyor.
Ben sadece kendi penceremden görüneni yazabilirim. Dolayısıyla aşağıda yazdıklarım tamamiyle beni bağlar. Ve her cümle "Bence" öyledir, herkesin deneyiminin farklı ve kendine göre olduğu gibi..
Ben çalışmamayı seçtim şimdilik. Hayatımın bunu seçebileceğim noktasına gelene kadar da açıkçası değil çocuk, evlilik bile düşünmedim. Evet mantığının sesinden başka bir şey dinlemeyen bir Oğlak burcuyum , o ayrı. Bebeğin yanında olmak, 3 aylıkken onu bakıcıya bırakmamak, mesleğim gereği gecenin körlerine kadar çalışırken evdeki bebek beni özlüyor diye düşünüp duygusala bağlamamak için verdim bu kararı. Herşeyi düşündüğümü zannetmiştim, ama düşünmediğim toplumun çalışmayan anneye bakış açısıymış, onu gözden kaçırmışım. Özellikle hemcnsleriniz sizi yargılarken acımasız davranabiliyor. Buyrun bakın üşenmedim maddeledim her zamanki gibi :)

- İşe gitmiyorsanız, bu sizin yan gelip yattığınızı gösterir. Çünkü bebekler ve çocuklar akşama kadar uslu uslu otururlar ve sizin yapacak hiç bir işiniz olmaz. Bu nedenle İşe gitmeyen anne, çalışmayan annedir.
- Çalışmayan bir anneyseniz, en elitist zevkiniz kadın programları izlemek olabilir ve eğitim -kültr seviyenizle ilgili çok yüksek beklentilere girilmemelidir.
- Eşiniz sizden daha baskın, daha akıllı ve daha yetkindir.
- Eğitimli bir kadın olarak evde oturuyorsanız en iyi tabiriyle kendinize yazık ediyor ve aptallık ediyorsunuzdur.
- Daha önceden çalışan bir anneyseniz, hayatı boyunca çalışmamış 60 yaşında dınının dınısı akraba teyzeler bile gördüklerinde ne zaman işe başlayacağınızı sorar.
- Çalışan kadınlar çocuklarından ayrılarak ne kadar büyük fedakarlıklar yaptıklarını tane tane anlatırlar ve siz otomatikman gelen bir suçluluk duygusuyla kafanızı sallayarak dinlersiniz.

Şimdi bu konuylailgili yazarken maddi zorunlulukları bir yana bırakırsak, şunu söylemek istiyorum ; Anne olduktan sonra çalışmak da, çalışmamak da birer tercihtir. İSteyen hayat içindeki iki rolü de beraber yürütmeye karar verir, işine geri döner. Hatta bu işe geri dönme mevzusunu, çok sıkılmıştım, nefes almaya ihtiyacım vardı kelimeleriyle açıklayan arkadaşlarım var, ki gayet normal karşılıyorum. İsteyen, biraz ara vereceğim, bir yaşına iki yaşına kadar der. İsteyen, çalışacağım ama kendi kurallarımla der ve bir maceraya atılır, kendi işini kurar ( ki blogger camiasında çok görüyoruz bu örneği) . İsteyen de hayır artık ben bir anneyim der evde oturur çalışmak filan aklına gelmez. Ben bunların hepsini normal, hepsini birer tercih olarak ve kişiye özgü görüyorum . Bence kimse kimseye açıklama yapmamalı. Herkesw istediği gibi bir anne olmalı.
Bebeğin her anında yanında olmak ne kadar güzelse, eminim hayatta annelikten başka vasıfların olması, başka bir role daha girebilmek de o kadar güzeldir.
Kimse birbirini yargılamamalı o nedenle, komşunun bahçesi herkese daha güzel görünebilir, ama hepimizin evi aynı sokakta sonuçta, hepimiz ANNEYİZ, , öyle değil mi?

13 Temmuz 2010 Salı

Tatilde


Tatilde bebek;

Denizi sevdi, sokaklardaan eve girmek bilmedi, nereye taşısak yanımızda geldi, bol bol terledi ve mızmızlandı, plajdaki tüm teyzelerin sevgilisi oldu, kaşıntılı kabartılar döktü, sivrisineklerin saldırısına uğradı, akşam gezmesinde tanıştığımız kabadayı bebekten korktu ve ağladı, kahvaltı sofrasına sulanmaya başladı, ananesi ve dedesine bilumum sevimlilik yaptı bu sevimliliklerin kendisine haçlık olarak döneceği günü bekliyor, bahçedeki kedi ve köpekleri oyuncak sandı kendisiyle ev gelmedikleri için ağladı, ve kısacası tatilin tadını o çıkardı anasını satıyım...


Tatilde ben ;

Yüzdüm , yandım, kumru yedim, içtim, para harcadım, rejimi bozdum, sonra rejimi toparladım, neredeyse her akşam balık yedim, teenager yıllarıma geri dönmüş gibi hissettim aile yanında, bir ara içimden sibel arna çıkacaktı, itinayla onu geri gönderdim, telefondan internetten uzak yaşadım, çalışanlar kızmasın çalışmayan anne olduğuma bir kere daha şükrettim, hayaller kurdum, kitaplar okudum, istanbul'a dönüş yolunda da hep sustum

24 Haziran 2010 Perşembe

Ortaya Karışık

Yarın yola çıkacağız, takip eden bir süre Çeşme'de keyif çatıyor olacağım. Bebeğin bu tatil olayına tepkimesi nasıl olacak bilmiyorum, ama iyi düşnmeye çalışıyorum. Denize girmeyi seveceğini , bütün gün eğlenip akşam yorgun argın deliksiz uykulara dalacağını umuyorum. Sıcaktan bunalıp çığlık çığlığa ağlayan bir bebek düşünmüyorum tabii, benim oğlum yapmaz öyle şeyler. ...mi acaba ?
Neyse, zaten evladım beni yaklaşık 4 aydır dişlerim çıkacak diyerek kandırıyor. Tabii bit kadar olduğu ve konuşamadığı için dişlerim çıkacak diyemiyor ama, ağzından mütemadiyen sarkan alyası, eline her geçen şeyi dişlerine sürtmesi filan bizi böyle düşündürtüyor. Hala da ne diş var ne kök. Hayır bebeğin her huysuzluğunu dişi çıkacak ondandır diye sineye çekmekten bıktım. Huysuzsan açık açık karakterini belli et güzel yavrum, dişin çıkacakmış gibi yapmana gerek yok.
He, tatilde sığabildiğim eski bikinilerimi giyeceğim, ki çoğuna sığıyorum. Evde herkes makarnaya, tatlıya, pilava abanmışken irademle savaşıyor ve rejimi bozmuyorum. Yalnız geçen baktım da doğumdan sonra zar zor sığdığım şu an şalvar modunda popomdan düşen eşofmanlara, ne inat karıyım yahu! Benimle inatlaşana yazık valla.
sevgiler, saygılar

22 Haziran 2010 Salı

Roma Notları




Evlilik yıl dönümü için gidip 48 saat kadar kaldığımız Roma ile ilgili notlar için buyrun buradan yakın;




- Her şeyden önce bebeği 2 günlüğüne emanet ettiğimiz çok sevgili kayınvalidem, kayınpederim, bakıcı ablamız , sizlere sesleniyorum, siz olmasanız bu kısa tatil de olmazdı. Canlarım benim, kuzularım, birtanelerim, bu kısa süre içerisindeki bebek bakım performansınız müthişti, tebrik ediyorum sizleri.


- Bebek, senin de hakkını veriyorum annecim, uslu durdun aferim, de 2 günde bizi unutup eve girdiğimizde " Kimdi len bunlar" dercesine şaşkın şaşkın bakman hiç şık olmadı di mi tontişim?


- İtalyan erkekleri gerçekten çok reröre efsanesine son noktayı koyayım , yakışıklılar mı bir şey diyemiycem ama hepsi takım elbise, hepsi jilet. Hatta 80 yaşında dede formatında amcalar bile keten gömlek, gömleğin cebine ipek mendil formatında takılıyorlar. Kızlar ise , yani yazması hoş değil belki ama, paspallar. Güzel kızlar tabii ki vardı ama güzel olsalar bile İtalyan kızlarının paçasından bir paspallık akıyor dostlar. Sonuç olarak bekar bir erkek grubunun gidebileceği en kötü yer seçtik Roma'yı , kurt italyan erkeklerinen fırsat bulup da kız tavlasalar bile kızlar paspal işte.


- Roma'da her yere yürüyerek gidilebiliyor ya da biz dönüp dolaşıp Roma'nın Sultanahmetini gezdik.


-Her yerde çeşmeler var. Aşk çeşmesi çok kalabalık. Yığınla insan foto çekip para atıyor. Çeşmenin önünde evlenip şampanya patlatan bir Türk çift gördük.


- Navona Meydanı diye bir yer var, kocaman bir meydan , sanatçılar ressamlar, müzisyenler, kafeler filan var. Bu güzel ortamda uzaktan halay çekermiş gibi bir takım hareketler yapan kızlar gördük. Yaklaşınca anladık ki grçekten halay çekiyorlar ve Türkler :)


- Aylardır içmediğim için Roma'da elimde içki şişesiyle gezdim. Limonçello diye bir içkileri var, küçük şişelerde satıyorlar. Alıp çantama attım her oturduğum yerde kolaya suya katıp içtim. Bira içtim, şarap içtim , onu bunu içtim. Bu nedenle Roma benim için çok neşeli bir yer.


- Roma'da çok yeşillik var her yer ağaç kokuyor.


- Şaka değil gerçekten öğlen 3 saat dükkanları kapatıp ortadan kayboluyorlar.


- Caddeye adımınızı attığınızda tüm arabalar durup yol veriyor. Garip bir histi.


- He bir de dondurmacılar çok güzel, insan neyi yiyeceğini şaşırıyor.


- Bu arada Blu express diye bir havayolundan aldık biz biletleri THY'nin yarısına denk geliyor, haberiniz olsun.




Son söz olarak, Roma çiçek kokulu, arnavut kaldırımlı, her sokağından şırıl şırıl çeşme sesleri gelen güzel bir şehir. Bence bir gidin.

1 Haziran 2010 Salı

Ay Neler Oldu Neleer...


- Bir haftadır babam bizdeydi. Bilmiyorum ben orada değilken İzmir'de zaman hiç akmıyor mu ama babam ne zaman gelse sanki ben hala 18 yaşındayım gibi. Manyak mıyım neyim.

- Torun sevgisi is bambaşka really indeed actually.

- Adalar gittik torun tombalak. Oğlum şaşırtıcı uslu tavırlarda bulundu ve babam Büyükada'nın en kazıkçı balıkçısında bir ufak içmeyi başardığı için eve babamın bir koluna ben bir koluna bebek girerek gelebildik .
- Evet oğlumu resimdeki gibi şebekimsi giydiriyorum. Çünkü hep bebek terminatöre benzeyen bir evlat istemiştim. Şimdilik yeterli potansiyel var gibi görünüyor.

- Sevdiğim bir arkadaşım evlendi nikahına gittik. Eski işyerinden insan manzaraları ve hatta hayaletler geçidi gibi idi. Mutluluklar diliyorum tekrardan :)

-Hafta sonu kayınvalidemler geleyoor , geleyooor, geleyoor amman...

- Minik tosuncuğumu pazar günü bir tanıdığın 2 yaşına giren çocuğunun doğum günü brunchına götürdük. Bir sürü minik insanın kahkahalarla sıraya girip palyaçoluk yapan kızcağızı hayatından bezdirmesini kucağımda bana çifteler atarak neşeyle karşıladı evladım. Pek eğlendi. Bu arada ne alaturka bir insansam hemen doğum günü pastasından filan kırıntı kırıntı yedirdim yavruma. Millet bizimle yaşıt bebeğine havuç püresini bile 40 kere okuyup üfleyip yedirirken benim çikolatalı pasta ve cevizli kek yedirmem garip bir hamle oldu sanırım. Uff zaten 2 gündür de ishal ya.. Neyse kapatalım bu konuyu...

- Şimdi inanılmaz eskidi artık bu konu ama LOST'U İZLEDİĞİM SAATLERE YAZILAR OLSUN SANA DA YAZIKLAR OLSUN J.J! Final nasıl olurmuş görmek isteyenleri de Grey's Anatomy'nin sezon finaline davet ediyorum efendim. O ne finaldi anasını satıyım be. Yemin ediyorum rüyama bile girdi. Böyle de dar bir hayatım var bu arada dizileri filan bir de rüyamda seyrediyorum.

- O değil de kardeşim sevgilisiyle kavga edip duruyor hiç hoşuma gitmiyor ya . Ben napiyim bi de bana ne düşer..

- Onu bunu bırakın bebek diş çıkarıyo galiba geceleri ağlayarak uyanmalar, gözümün içine bakarak dudağını yemeler, acı çeken minik bir surat, elimi çiğnemek istemesi... Çıkın artık pis dişler yeter ya.

- Son 8 kg'yi de verip hayatım boyunca kilo vermekten bahsedilen her ortamdan kaçmak istiyorum. Kaçmadan önce de bir tükürebilirim, o kadar sıkıldım çünkü. Hatta sadece tükürdüğüme de şükredin.


That's All Folks!

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Hain Koca


Bu gün tatildi ya ( Hoş bana hergün tatil...) sabah erkenden çıkıp günü değerlendirelim dedik. Önce bebişe yatarak yemek yiyemeyecek kadar danalaştığı için mama masası ve içinde oynasın kafamız rahat olsun diye oyun parkı aldık.

Eve dönüş yolunda caddebostan Cafe Nero'da bi kahve içtik. Bebek de usluydu o da mamasını içti filan. Resimde gördüğünüz üzere ortam huzur doluydu, serçeler tabaklarımızdan yemek yedi, hava sıcaktı, Nero'nun hatırı sayılır miktarda Splenda'sını ve kahverengi şekerini ceplerime doldurdum. Evet çok ayıp ama napıyım .

Neyse , sonra otoparka geldik . Aaa ne görelim. Arabamızın önüne bi adam park etmiş. Migros'a mal getiren bu adamı gitti koca insanı buldu. Ben bebekle arabanın önünde gezinirken bir baktım kocamla adam bağrışa çağrışa geliyor. Adam bayağı hönkürürken koca kişisi adamı medeniyete davet ediyor ezik ezik . Baktım benim temiz yüzlü kocam hayvani adam karşısında sinirinden kıpkırmızı ama bir şey de yapamıyor. Hadi bin arabaya , bebek var dedim. Kimse benim kocama bağıramaz dedim.

Sonra efendim, şeytani zekamla, adamın camında gördüğüm faturaların üzerinde adı yazan şirkette çalıştığını anladım. Adamın plakasını hemen cep telefonuma yazdım. Telefondan nete bağlanıp adamın çalıştığı firmanın telefonunu buldum ve aradım. Şu şu plakalı araç sizin mi dedim. Evet dedi. Başladım saydırmaya. Ne biçim elemanınız var dedim. Yanımızda bebek var kavga çıkardı dedim. Onu dedim bunu dedim. Karşıdaki adam anlıyorum hanımefendi filan diyip kapattı. İlgilenicem konuyla dedi.

Telefonu kapatıp gurur dolu gözlerle kocama baktım. Peki o bana ne dedi ? "Biraz abartmadın mı " dedi allahın cezası. Kıymet bilmez. Nankör. Bu mu şimdi bu üstün başarımın hakettiği karşılık ? Bu mu ?

Bak buraya yazıyorum koca insancığı, bundan sonra önümde seni tepeleseler bir tekme de ben atacağım. Haberin olsun.

18 Mayıs 2010 Salı

Bebeğinizi Nasıl Uyutuyorsunuz?


Bebek 6. ayını bitirdi. Bize her gün yeni bir sürpriz yapıyor. Bazen emeklemeye bazen konuşmaya çalışıyor. Bazen gecede 4 kez uyanıyor bazen deliksiz uyuyor sabaha kadar. Bu çılgınlıklarına alıştım ama son hamlesi hakkaten çalışmadığım yerden geldi.

Bu zamana kadar hep memede uyuyan bu küçük bey şimdi kucakta gezip dolaşıp , hatta hafifçe sallanıp öyle uyumaya başladı. Kafasına mı esti, sinirleri mi bozuldu neden böyle yapıyor bilemiyorum. Tek bildiğim uykusu geldiği halde dertli dertli oturuyor, uykuya direniyor. Onu uyutıyım diye bekliyor ama nasıl? Konuşabilse herşey daha kolay olacak ama..

Şimdi blogu takip eden sevgili anneler, sorum size, bebişcağızlarınızı nasıl uyutuyorsunuz? Ne zaman iyi geceler öpücüğü verip odadan çıkınca uyumaya başlayacak bu tomtom?

Nasıl?

Yoksa hiçbir zaman mı?

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Nasıl 20 Kilo Verdim?


Gelen maillerden anladığım kadarıyla hemen hemen hepimizin kilo problemi var. Yazın gelmesiyle iyice göze batan, uyku kaçıran bir problem hem de. Kiloları nasıl verdiğimi yazıyorum yoğun istek üzerine. Metabolizmanızla ilgili bir sorununuz, ya da bir sağlık engeliniz yoksa bence siz de benim gibi kilo verebilirsiniz.


- Kilo vermenin ilk kuralı ; yasak diye bir şey yok. tatlı da kebap da yiyeceksiniz. Sadece abartmadan, insani ölçülerde. Bir dilim pizza yeterli mesela. Bir dilim baklava yeterli yani. Tabak tabak yiyip yarın rejime başlarım diye kendinizi kandırmanın alemi yok.

- Saat 18:00'dan sonra yemek yok ! En geç bu saatte akşam yemeği bitecek. 18:00'den sonra sadece nescafe içtim, çay içtim ya da çok midem kazınırsa bir parça meyva yedim. Bu saate kadar çok yemş bile olsanız, bu saatten sonra yemeyerek kilo veriyorsunuz. Neden mi ? Hiç bir fikrim yok öyle işte.

- Haftada en az 3 gün spor. Hatta sipor sipor sipor . En azından çıkın bir yürüyüş yapın o bile çok farkettirecek. Ya hiçbir şey olmadı hareketlenin azıcık.

,- Tartılmak yok. Her sabah tartılınca kilo vermişseniz fazla yersiniz, kilo almışsanız moraliniz bozulur ve daha fazla yersiniz. Tecrübeyle sabittir. Ayda en fazla bir kere filan tartılın. Tartılmak yerine içine sığamadığınız bir pantalonu deneyebilirsiniz mesela her hafta.

- Günde 8 bardak su. Yüzyılın geyiği olduğunun farkındayım ama o sular içilecek arkadaşlar. Mümkünse sayıyla hem de.

- İstediğiniz her şeyi yiyin, her yemeği yapın ama abartmayın. Aç değilken yemek yemeyin mesela. Doyunca bırakın. Tabağınıza bir kaşık pilav koyun, doymazsanız bir daha alın.

- Tatlılara düşkünseniz benim gibi sağlıklı olanını kendiniz evde yapın. Beyaz şeker, beyaz unla yapılan şerbetli tatlılar, çikolatalı pastalar ve türevleri kilo vermenizin önündeki en büyük engel. Kilo vermeniz için şekeri azaltmalı hatta hayatınızdan çıkarmalısınız.


Hepinizin bol bol kilo verip acilen Adriana Lima'ya dönmenizi dilerim, saygılar.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Diyet Kurabiyelerim




Efendim , malumunuz doğum sonrası 20 kg verdim ve hala vermeye devam ediyorum. Benim gibi tatlıya düşkün bir insanın 4 ayda bu başarısı, bu boyda bu zekası gerçekten takdire şayan. Şimdi, bu kadar yediğim halde nasıl kg verdiğimin sırlarından birini paylaşıyorum sizlerle.


Yukarıda fotosunu gördüğünüz kurabiyeler, beyaz unsuz, beyaz şekersiz yaptığım tatlıların sadece iki çeşidi. Kakaolu esmer şekerli kurabiye ve pekmezli kurabiye. Düşük glisemik indeks rejiminin ilkelerine uygun bir şekilde hazırladığım bu kurabiyeler, kesinlikle kilo aldırmıyor, beyaz şeker, un, katı yağ içermediği gibi tatlandırıcı gibi kimyasal maddeler de içermiyor. Her yiyenin parmaklarını da yemesi ve bir tepsi de bana yap demesi üzerine diyet kurabiyelerimi sizlere arz ediyorum sevgili bloggerlar.


Talepler için bir mail yeterli, aynı gün kargoya veririm efendim.


Sevgiler, saygılar.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Düğün of Dınının Dınısı







Ankara'dan döndük. Yol fena değildi, tosuncuk bazı anlarda isyan edip kendini araç koltuğundan aşağı atmak istedi. Kocam yol üzeri her köftecide durup bir şeyler yemek istedi. İlk anneler günümdü, pek fena geçmedi. Bebekle düğüne gitmekte ayrı bir maceraymış onu da yaşamış olduk.



Yol boyunca "Neden , neden bana böyle yapıyorsunuz?" ifadesiyle suratımıza bakan evladım, düğünde tanıdığı tanımadığı herkese gülücükler dağıtıp bir yavşak bebek formatına büründü. Hayır adını da Taylan koymadık ki. Neyse anladım ki bebek görünce öpmekten okşamaktan çekinmeyen bir grup insanda bizim düğüne gelmişti. Bebeğimi sevmeye çalışan insanlardan nasıl kaçıracağımı şaşırdım. evet kılın önde gideniyim.




Genel olarak insanlar beni zayıflamış buldu. Ya ne olacağıdı diye düşündüm. Son iki aydır her gün spora gidiyorum ve akşam yemeği yemiyorum. Zayıfladım tabii. 20 kg verdim. şaşırın hahahaha Zayıfladım hehehe...ve kayış koptu bu noktalarda bir yerlerde net hatırlamıyorum.




Buradan yol boyunca pek pislik yapmayan oğluma, arabayı hızlı kullanıcam diye 270 TL cik ceza yiyen kocama, bebeği gezdirerek benim rahat göbek atmama vesile olan Atila Enişte'ye, bebeğimin kakalı bezlerini memnuniyetle çöpe atan Hakiki Malatya Doğal Gıda Pazarı çalışanlarına, Oturduğumuz yerlerde bebeğin biberonu için sıcak su getiren tüm garsonlara ve bebeğin ve hatta tüm misafirleerin uyumasını sağlayacak şarkı seçimleri için Ankara Gölbaşı Mogan Düğün Salonu Assolisti hanımefendiye teşekkürlerimi sunuyorum. Sağolun varolun efendim.





7 Mayıs 2010 Cuma

Bu Bir Bunalım Yazısıdır

Yarın sabahtan yola çıkıyoruz. Ankara'ya birinin düğününe gidiyoruz. Bu düğün yüzünden en iyi arkadaşlarımdan birinin düğününe gidemiyorum. Demin konuştum kızla , mutluluklar diledim. Bilmiyorum onun umrunda mı ama ben çok üzülüyorum onu gelinliği ile göremeyeceğim için. Kısmet değilmiş. Yuh artık bu cümleyi de kurdum iyice annem oldum.
Bir de üstüne iki tabak fırın makarna , antep fıstıklı çukulat ve yarım kavanoz nutella yedim. İyice strese girdim yarın düğüne gidiyoruz, bana şişko diyip etrafımda elele çember şeklinde dönecek bir akrabalar sürüsüyle karşılaşacağım diye. İçimden her şeye küsmek geliyor. Bahanelerin kimseye işlememesi ne kötü, kadın olmak ne kötü, sosyal ilişkiler ağı ne kötü, insanın kendisini sevmemesi ne kötü.
Tüm hayatımı değiştirdim ve 30 kg aldım çocuk yapmak için. Sonra kadının teki gelip lohusa halimle ağzıma etti. Unutmak, önemsememek istiyorum. Kadınlık hormonlarım izin vermiyor. En azından anneler gününü farklı bir yerde geçirebilmek isterdim.
Başarısız hissediyorum. 6 ayda 20 kg verdiğim halde kendimi şişko hissediyorum. Aklı mantığı yerinde bir "birey" olduğumu zannettiğim halde, kendimi yüzeysel bir kadıncıktan başka hiçbir şey gibi hissedemiyorum. Yüzümde maskeler, maskeler...
Bu ben olmamalıyım.
Yüzleşmekten korkmamalıyım.
Bunu okuyan birileri varsa dua etsin şu lanet düğünü atlatayım.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Tartı Yok Ama Bir İncelme Var

Sabah aerobik dersi vardı. Bilmem kaç haftadır gidiyorum bi halta yaramıyor mu acaba. Hayır gelen diğer kadınlara bakıyorum pek bir değişiklik yok hiçbirinde. Bu ne ya anlamadım. Hoş dün annem geldi bibuçuk aydır görmüodu beni aa kg vermişsin insana dönmşsün filan dedi ama. Hala nikah yüzüğüm parmağıma olmuyor ve hala eski kotlarımın düğmeleri kapanmıyor.
Tartıya çıkmaktan da korkuyorum zati. Elimden geleni yapıyorum en azından bu konuda içim rahat. Saat 17:00'den sonra bir şey yemiyorum ve spor yapıyorum. E daha da bir şey yapamam emziriyorum. Napsın bebeğim aç mı kalsın? O pastaları börekleri sırf onun için yiyom ben. Böyle de fedakar bir anneyim.
Neyse, tartı yok ama bi incelme var ona inanıyorum. O nedenle şöyle Temmuz'a kadar filan tartılmıyım diyorum. Ama Temmuz'a kadar tartılmayıp sonra da tartıda 1 kg bile veremediğimi görürsem ne olacak? He nolcak o zaman ?
Neyse sakinim. En iyisi tartılmıyım bana dar gelen bir pantalonuma girmeye çalışıyım her hafta.
Kadın olmak ne zor ya ofofofofofoff

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Hıdırellez Night


Bugün Hıdırellez ya da Hıdrellez bilemiyorum neyse işte. Benim köklerimde şaman mı var atalarımdan biri kabile büyücüsümüymüş nedir bu akşamı çok seviyorum ben.

Bir kere Hıdırellez İzmir de akşamüstlerinden yanmaya başlayan ateşler demek. Tüm güzelyalı sahilinde dedemin balkonundan görülen onlarca ateş demek. Bizim evin arka sokaklarında çöp kovası yakıp üzerinden atlayan çocuklara karışan kardeşimi kovalamak demek. Ne biliyim bi sürü şey işte.

İstanbul'a geldiğimden beri şöyle doğru düzgün bir Hıdırellez görmedim, sokaklarda komşuların toplaşıp ateş yaktığı, çocukların üzerinden atladığı, ailelerin hep beraber sokaklarda olduğu. He , Ahırkapı Şenlikleri yapmışlar, ah İstanbul , seni pis çukur, para kazanmanın yolunu illa bulacaksın değil mi?

Neyse, boşverin ateşi mateşi. Bir kağıt parçası alın, üzerine çizin dileğinizi. Bir tane daha mı dileğiniz var, başka bir kağıda onu da çizin. Birden fazla dilek olmaz diye bir şey yok, Hızır Baba üşenmez okur hepsini merak etmeyin.

Sonra gömün bir gül ağacının dibine. Yok mu gül ağacı, başka bir ağaçta olur. Aman ağaç yok mu evde saksı da mı yok güzel kardeşim. Bul bir yolunu dik işte bir yere.

Yabancıların havalı Noel Babası varsa bizim de Hızır Babamız var değil mi, hem de gülmüyor yapmacık yapmacık. Dileğiniz olacak, olmayan da gelsin bana hesap sorsun, işte o derece iddialıyım ..

3 Mayıs 2010 Pazartesi

1000 TL'ye Neler Yapılır?


Evet gene dünyanın en saçma olaylarından biri benim başıma geldi. Anlatayım. Haftaya Ankara'ya dınının dınısının düğününe gidiyoruz. Düğünde giyeceğim kıyafeti, işte nasıl gidilecek nerde kalınacak, şu bu hepsini ayarladık da tosunum evladım ne giyecek onu bulamamıştık. Zira bizim bebeğimiz doğduğundan beri ful pijama şeklinde geziyor. E düğüne de ayıcıklı tulumlarla, zebralı pijamalarla götüremeyeceğimize göre oğlana bir düğün kıyafeti gerekiyor.

Neyse efenim, mothercare 'dir, chicco'dur, c&a 'dır bildiğim yerleri gezip şöyle düğünlük, tüm alaturkalığımla oğlumu süsleyebileceğim bir kıyafet bulamadım. Pazar sabahı kahvaltıya gelen arkadaşlara bunu anlatıyordum ki bana şey dediler, "B&G" ye baktın mı dediler. "Orada çok güzel takımlar var " dediler. "Palladium'da var bi baksana kesin bulursun " dediler.

Kahvaltıyı bitirip gitmelerine takiben kendimi Palladium'a attım. Koca insanı da beni takip etti. Bahsi geçen dükkanı bulduk. Aaa bi de ne göreyim, mini mini takımlar, denizci ceketler, keten kumaş pantalonlar, papyonlar hepiciği de benim 6 aylık tosunovskime göre. Mutluluk içinde zıpladım. Ama gene de her türk bağyanın yapacağı üzere biz bi dolaşıp gelelim dedim.

Bebeğe kıyafet buldum diye sevinçle gezdik, yemek yedik filan. Dönmeden önce B&G 'ye gidip takımı alalım dedik. Zaten bizim için ayırmışlar. Koca insanı hesabı öderken ben de biraz dolaşayım dedim.

Ne olduysa o anda oldu. İki dakika geçmeden rafların arasından kasada duran kocamın kızarmış suratını ve bana bakan pörtlemiş gözlerini gördüm. Merak içerisinde yanına seyirtince baktım bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Dudaklarını büzüp tezgahtar kızlara duyurmadan cümlecikler kuruyor ama ne kızlar bir şey anlıyor ne ben. Mıkırdanan kocama bakıyoruz. Adamcağızın bir sıkıntısı var ama anlatamıyor derdini. Midesinde bir sorunu olduğunu düşünerek , çok yedi herhal dedim , döndüm dükkanı gezmeye devam ettim napiyim. Sonra dükkandan çıktık.

Dükkandan çıkar çıkmaz hayatımın şokesini oldum sayın seyirciler. Şokelendim hatta. Suratı kırmızı, gözü yaşlı kocam ded ki."Bi milyarmış."

" Ne bi milyarmış" dedim " bebeğin kıyafeti " dedi.

Sonra zaman biz iki zavallı için durdu. Alış veriş merkezinde insanlar yanımızdan geçiyor, hayat akmaya devam ediyordu, sadece biz donmuş kalmıştık. Konuşmak istedim ancak duygularımı anlatmaya gücüm yetmedi. Yaşaran gözlerimi kırpıştırarak sadece "Neden? " diye sorabildim dostlar. Hayat arkadaşım da buğulu sesiyle, " Sana anlatmaya çalıştım " dedi. " Ama anlamadın.."

Tüm takımın fiyatı zannettiğimiz 120 tl nin takımın sadece gömleğinin fiyatı olduğunu anladık. Ben dükkana geri dönüp gerçekleri olanca çıplaklığı ile anlatmak istedim. Ruh eşim ise kasadaki kıza olanca kaypaklığı ile gidip daha iyisini buldum, bundan vazgeçtim demeyi teklif etti. Onun planını daha sağlıklı buldum ve her kocasını seven kadının yapacağı üzere kendisini bu pis işte yalnız bıraktım. Ben de onu avm'nin başka katında turlayarak bekledim.

Neyse, Allahtan geri almışlar, 1000 TL'yi de geri yüklemişler. 1000 TL'ye 6 aylık bebeğe elbise mi olur güzel arkadaşlarım? Zaten oğlan ayda 2 cm uzuyor, sadece 1 kere giyebilecek. 1000 TL'yi bankaya faize yatırsam oğlan üniversiteye geldiğinde araba alacak parası olur be.

Haksız mıyım ya.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Kısa Kısa

- Bir Cumartesi gününü çok iğrenç geçirdim. İnatçıyım ve küsünce kesinlikle ilk konuşan ben olmam.
- Artık tartılmıyorum ve daha hızlı kilo veriyorum Ya da bana öyle geliyor.
- Çarşamba akşamı Sevda Demirel'in doğum gününü kutlamak için Etiler Nispet'teydik ve orada ne halt ediyorduk gerçekten bilmiyorum. Benim hayatımda böyle sürrealist anlar oluyor, oluyor da bir şeye mi yarıyor?
- Kocam garsonlara ve valelere bahşiş vermeyen bir cimri ve bunu 5 sene sonra şimdi farkediyorum.
- Şu geçtiğimiz hafta ne kötü haberler vardı yahu di mi? Alt üst oldum , naifliğime kurban.
- Haftaya hafta sonu Ankara'da bir irade ve sabır sınavı veriyor olacağım.
- Hem zayıflamak istediğim hem de tatlı yemek istediğim için şişmanlatmayan tatlılar yapmaya karar verdim. Kepekli çikolatalı kurabiye yaptım herkes bayıldı. Buraya yazıcam en kısa zamanda.
- Yarın sabah kahvaltısına misafir var ve evde ekmek, peynir, yumurta yok. Bir sorun olmaz di mi?
Hay bin kunduz.

Dünyanın En Gıcık İnsanı

Sizin hayatta şu aralar sinirinizi kim bozuyor ? Var di mi öyle biri ?
Her yaptığına gıcık olunan, sanki hayattaki amacı sizi üzmekmiş gibi gelen, konuşmasına, hareketlerine ve de her şeyine sinir olduğunuz, kıl olduğunuz, kılçık olduğunuz o "biri"
The one.
Benim de var. Bu aralar midemi bulandırıyor, beni kendime gücendiriyor. Uzak duramazsın böylelerinden bir de, sen kaçtıkça kovalar çünkü. Görmeyeyim dersin gözüne batar. Konuşmayayım dersin tutamazsın. Artist artist artık beni üzemeyecek dersin , afedersin, ağzına eder.
Benim de var öyle biri . Kıl kılçık "the one".
Seni sana olan hoşgörümle boğmaya karar verdim . Burdan vicdan muhasebemdir, seni sevmemek kendimi sevmemek aslında. O nedenle dünyanın en kıl insanı, seni sevmeye karar verdim.
Sevmediğim bir şeyi zorla burnuna soka soka yenmesi gibi olsa da, kustursa da, böğürtse de, ve de ve de,
Seni artık sadece sevmeye karar verdim. Çünkü üzerime oturan elbise bu.

25 Nisan 2010 Pazar

Süper Anne Sendromu


Bir bebek insanın hayatına neler getirebilir?

Bebek beklerken herkes gibi ben de bunu soruyordum kendime. En çok da beni nasıl etkileyecek bebek onu merak ediyordum. Annelik beni nasıl bir dönüşüme uğratacak bilmiyordum. Şu an biliyorum , gördüğüm kadarını yazayım.


Şu 6 ayın sonunda;


Kesinlikle daha bencilim. Kendimi önceden hiç düşünmüyormuşum, ayıp olmasın kalpler kırılmasın diye alttan alıyormuşum şu an farkediyorum. Açıkçası şu saatten sonra önce bebek , sonra ben, daha da kralı gelse tanımam.

Kesinlikle daha pratiğim. Hem bebeğe bakıp , hem yemek yapıp, hem misafir ağırlayıp hem saçıma fön çekip hem, hem.. li bir hayat yaşıyorum, combolardan combo beğeniyorum.

Kesinlikle daha umursamazım. Önceden kafama taktığım , dert edindiğim hiç kimsenin ve hiç birşeyin zerre değeri yok gözümde. Hani diyebilirim ki, onları dert eden kimdi tanıyamıyorum kendimi.

Kesinlikle daha çok dua ediyorum, daha çok şükrediyorum.

Kesinlikle daha güçlüyüm.

Kesinlikle hayat bana daha şakacı davranıyor, hayatım daha bir sit- com tadında.

Kesinlikle daha tedbirliyim.

Kesinlikle daha az yoruluyorum.

Kesinlikle daha az kıskancım, hatta valla umrumda değil .


Bir de, hepsinden öte üzerimdeki etiketin ağırlığını sırtımda hissediyorum. Ben onun annesiyim artık. Onun annesinin gurur duyabileceği, örnek alabileceği , ona yol açabilecek biri olmasını istiyorum. Kendimin en iyi versiyonu olabilmeyi sadece onun için istiyorum.


24 Nisan 2010 Cumartesi

Büyük Topkek Prodüksiyonu


- Küçük çekirgenin ilk 23 Nisan'ını gayet kendi keyfimizi yaparak geçirdik. Dışarıda kahvaltı ettik sonra da sitenin yollarında çimlerde filan gezindik. O da arabasından bize baktı ve mızıldandı. Açıkçası 23 Nisan'ı anladığını hiç zannetmiyorum. Bir ara çocuk parkına götürdük ve daha doğru düzgüün oturamadığı halde salıncakta sallamaya ve kaydıraktan kaydırmaya çalıştık . Biz bayağı eğleniyorduk ki diğer velilerin garipseyen bakışlarıyla titreyip kendimize geldik ve evimize döndük. Tüm bu yaptıklarımızın intikamını bebeğimiz akşam onu yıkarken üzerimize işeyerek aldı. Neşe doluyor insan olduk.

- Saçlarımı evde boyamaya kalkıştım, öyle mantar oldu ki o kadar olur. Bu işin marketten alınan 8 TL lik boyayla olamayacağını ve kuaförlerin bir varoluş amacı olduğunu tahmin edebilmeliydim.

- Kek pasta yapıp duruyorum ve üstteki resim de bugün yaptığım kakaolu fındıklı muffinlerin fotosu. Fotoğrafı çekerken özenle yerleştirdiğim muffinlere ve çiçeğe ve kek kabına dikkatinizi çekerim, bence büyük bir prodüksiyon gerçekleştirmiş oldum. Ben bunları yapıp fotosunu çekerken kocam da karısını gözlerinin önünde bir Derya Baykal'a dönüşmesini dehşetle seyretti.

- Doğumdan beri hala regl olmadım, huylanıyorum, arkayı dörtlemeyelim şimdi durduk yere?

- Tartıyı sakladılar benden artık tartılmayacağım. Obsesyon böyle bir şeymiş bunu da deneyimlemiş oldum.

- Bu aralar sokaktaki her kadın benden güzel.

- Enerjimi çeken insanlar var, enerji yükleyen insanlar var. Enerji çeken insanları üzerime kondurmadan kovalamaya çalışıyorum.

-Onu bunu bırakın da bu Lost iyice saçmaladı yaa.

Sevgiler...

19 Nisan 2010 Pazartesi

Über Tarçınlı Limonlu Kekerotti


Tarifimiz şöyle sevgi kelebeklerim;
Limonlu Sinangil Unu alın. Üzerindeki tarife göre kek karışımınızı hazırlayın .İçine bol bol tarçın serpin. Bir de evde ceviz vardı ben içine kırdım onları attım, siz de ne istiyosanız atın. İşte über bir kek, Starbucks'ta dilimi 5 TL'ye satın istiyosanız sonra keyfiniz bilir. Ben yedim. Tabii, saat 18:00 oldu, bu saatten sonra yiyemiyorum , yediğim kadardı işte artık bakacağım sadece. İrade , irade, hıss, hıss...

Bir de buradan Sayın Sinangil Unları Pazarlama Departmanına sesleniyorum, reklamsa alın buyrun reklam, diğer blogculara gönderdiğiniz bedava un setlerinden ben de istiyorum kardeşim. Ne yani reklam değil mi derdiniz? Göndermezseniz limonlu kek karnımı ağrıttı yazıcam ona göre, uyarıyorum.

Alın fotosu da yukarıda . İsteyene yaparım aynından 20 TL'nizi de alırım. Şaka şaka..Belki de değil..Bilmiyorum.

18 Nisan 2010 Pazar

Hafta Sonumun Enleri


En komik olmayanı= İ- phone'un yüklediği programla dünya plajlarını dikizlediğini kahkalarla anlatan götoş koca

En güzel esprisi = - Nette misin? - Hayır koltuktayım...

En uslu bebeği = Kesinlikle benimki değil.

En sportif insanı = Kesinlikle ben değilim.


Bu vurucu girişin ardından, hafta sonumuzu özetlemem gerekirse, Cuma dışarıda arkadaşlarla yemek yedik , Cumartesi misafirliğe gittik, bu gün de bize insanlar geldi. Sevimli oğlumun tanımadığı insanların suratına önce acılı bir şekilde dudaklarına bükerek bakma ve sonra da bağıra çağıra ağlama gibi bir huyu ortaya çıktı. Bu arada bebek onları sevmeyince insanlarda bir bozulma hasıl oluyor. Hatta bebeğin bakıp ağladığı arkadaşlardan biri 4 ay sonra baba olacağı için diyebilirim ki inat etti ve bebek gülene kadar başında maymunlaştı.

Bebek bekleyen arkadaşlara misafirliğe gidince düşündüm de hamilelik bebeği büyütmekten daha zor geldi bana yav. Kilo alıyosun, başına gelecekleri bilmiyosun, her şeyi askıya alıyosun ve bekliyosun, bekliyosun. Halbuki çocuk doğduktan sonra negzel, bir süre tuvalete gitmeye bile fırsat bulamıyosun, düşünmeyi bırak. Nerde hareket orada bereket .

3 gündür spora gitmiyorum. Hatta niye 3 yazdım anlamadım şimdi kendime bile yalan mı söylüyorum neyim 4 gündür spora gitmiyorum. Ama yarın kesin gidicem . Hatta ilk aldığımda dizlerimden yukarı çıkmayan pantalona sığıp da cts dışarı çıkınca daha da gaza geldim, fak yu kilolar, hahahhaha

Bu hafta sonu bir şey daha farkettim evli ama henüz çocuk sahibi olmamış çiftler, bebeklileri denek hayvanı misali inceliyorlar. Hatta güya çaktırmayıp korku dolu gözlerle soru filan soruyorlar, işte efendim " Geceleri uyuyor mu?" " Bebek arabasını pahalıya mı aldınız?" "Doğum sonrası kilolar kolay veriliyor mu?" He bebeğim he, geçin köprüden bak bu taraf çok hoş çok güzel :)

Neyse hafta sonu bitti ya. Çalışırken çok üzgün olurdum mesel ben şu saatler, pazar akşamları . Ama şincik ; ipimle kuşağım açıkçası..

Yarın , size limonlu tarçınlı kek yapacağım hemi de esmer şekerli ama hepsini ben yiyeceğim hahaytt. Tarifini merak edenler yarın uğrayabilir. Merk etmeyenlere de bir şeler düşünürüz artık.


15 Nisan 2010 Perşembe

Doğum Günü Çılgın Parti


Akşam bir doğum gününe gidiyorum. 30'una giriyor en samimi arkadaşlarımdan biri. Evde pasta kesip sonra bir şeyler içmeye çıkalım diyorlar. 30'umuza geldiğimiz halde şu evde pasta kesme aksiyonundan vazgeçememe sebebimizi anlayamıyorum.

Yani yıllarca Sex and the City'i beraber seyretmedik mi kanka ? Yakışıyor mu evlenip çoluk çocuğa karışmış şu halimize kıromançi ev pastaları ve yanında kola. Zero bile değil ve hatta iki buçuk litrelik ?

Dışarı çıkıp eğlenelim anlayışına da bir yerlerde bir şeyler oluyor herhalde insanların. Tam olarak 25 ile 30 arası bir yerde oluyor bu hatta. Şimdi benim anlayışım bir egeli olarak aynıdır ; içki, kalabalık ya da tenha bir mekan , içki, balık , içki, dans ya da saz söz ve içki. Bir tek piyasa mekanları sevmem, 18 yaşımda da bu böyleydi. Herkes birbirine bakıyorsa bir ortamda nefes alamam, boğulurum.

Neyse ne diyodum, he bu dandirik samimi arkadaşım dedi ki, Ümit Besen'e gidelim mi, içki - yemek 80 TL'ymiş dedi. Çok net bir biçimde 80 TL'yi sokağa atmayı tercih edeceğimi söyledim. Cumartesi'ye plan yapıyoruz, isterseniz gelin dedi.

Şimdi bu noktada bana şey oluyor, bilmiyorum size de oluyor mu; hayır dedim ya..Çok eğlenecekler diye kıllanıyorum. Kendimi ikna etmeye çalışıyorum ya da o akşam yapacak başka bir iş bulmaya kendime. Resmen rahatsız oluyorum o plana.

Halbuki Ümit Besen ya naalakası var benle? Off galiba gidicem sanırım, sırf çok eğlenecekler sıkıntısı yaşamamak için.

Bir de ben doğum günlerinde hediye almam. Yani bu huyumu garipseyen çok insan vardır eminim. Bana hediye alsalar bile almam, çünkü bana aldıkları hediyeleri nasıl aldıklarını biliyorum. Bir AVM'ye gidip, en ucuzu hangisi, en pahalı gibi durup da olmayanı hangisi diye diye bir şey beğeniyorlar, bir yandan da kendi zevklerine göre aldıkları için aldıkları bir işe yaramıyor ve bir köşeye atılıyor.

He , eskiden kitap alırdım baktım benden başka kitap okuyan adam yok çevremde. Çok ciddiyim benim böyle sığ bi çevrem var demek ki. Ciddi değilim be espri yaptım.

Tabii hiçbir şey almıyor değilim. Ya içki alıyorum ya çikolata.Ya da çukulata. Hem para harcamamış cimri diyemiyorlar, hem de bana da ikram ediyorlar, hahayt.

Bu arada benim canım mı sıkılmış bugün noolmuş bu nasıl bir analiz kıçındırık doğum günü için anlamadım.

Gidiyim bebeğe armut alıyım rendeliyim yediriyim kafam dağılsın. Al işte benim çapım bu.

13 Nisan 2010 Salı

Anne Sana No'oldu Ya?


Bu torun sevgisi çok garip bir şeymiş dağ gibi karizmatik annemi bile duygusala bağlayabilirmiş a dostlar.

Açıkçası bebek doğmadan önce herkesten duyuyordum aman da torun sevgisi çok farklı çok farklı diye. Hatta kendi kendime diyordum ki ne farklı olabilir, mantık çerçevesine dönün! Benim annemi tanımıyor almak gerekir, bir duygusal zayıflık emaresi görmek için kendisinden.

30 yıllık yönetici, 60'ında hala çalışan bir kadın benim annem. Erkek gibi de kadındır, hiç öyle "Oyy kınalı yapıncağıımm, tombul kuşummm" diye sevdiğini bilmem. Annelerle kız çocukları arasında olan o eleştirilere doyamama durumu bizde de vardır. Uzun okul aralarından sonra eve döndüğümde genelde "Ne çok özlemişim" değil, "Hımm kilo mu aldın biraz" ya da "Bu saç sana olmamış" gibi şeyleri duyardım. He, yanlış anlaşılmasın, kendimde pek kolay duygusallaşabilen bir insan değilimdir, annemin bu halinden de memnun olmadığım söylenemez. Alıştım yani kendisinden bir şikayetim ya da başka bir beklentim de yok.

Gelin görün ki kadınaa bir şeyler oldu. Benim tosun oğlum buna naptıysa, kadın hayatım boyunca görmediğim duygusal tepkimeler veriyor. Herşey doğumdan sonra 20 gün bizimle kalmasıyla başladı. Aman Allahım o ne şevkat, o ne koruyucu kanatlar. Bit kadar yüzü gözü belli olmayan bebeğe sarılıp sarılıp agu gugu yapmalar. O agu gugu yapıştaki ses tonunu ben hayatımda duymadım ulen!

Sonra İzmir'den her arayışta bebeği sormalar, bebeğin sesini duymak istemeler ( konuşamadığını defalarca söyledim, aklın yoluna davet bettim aama anlamadı..) , sonracııma , fotoğraf gönder diye ısrar etmeler, bir de üstüne her arayışında "Aç mı çocuk? aç mı bırakıyosun? Acıkmıştır biberon ver" gibi garip tavırlar...

Beni şoke eden olay ise dün yaşandı. Aradım dedim ki, "Ben Roma'ya gidicem 2 günlüğüne, bebekle bakıcıyı da sana bırakıyım mı?" Normal şartlar altındaki bir annemin buna vereceği cevap uzuun ve şuh bir kahkahanın ardından gelen alaylı "Çok biliyosun sen..Başka?" gibi birşeyleri olmalıydı.

Peki ne dedi ?

"AaA, tabii, ben de gelirim ya da siz getirin, farketmez , izin de alırım üç gün, aa negzel olur, yok babaannesine bırakma canım ne gerek var..."

Anne sana nooldu?

Aslında tm yazdıklarımı unutun şu fotoya bakın. Benle böyle poz çektirdin mi ömründe kadın? Tek istediğin torun muydu?

Ühü ühü...

12 Nisan 2010 Pazartesi

İzdivaç Programı


İzdivaç programına seyirci olarak gitsek diyorum...Bebek, ben ve bakıcı abla. Otursak, yorum yapmak için mikrofonu kovalasak. İyi kötü para da veriyorlarmış günlük. Mikrofon bana gelirse önce Esra'ya iki iltifat. Sonra sahnede talibini arayan kadını eleştiririm, paracı buuu paragöz buuu diye.

Bir yandan bebek sevimliliklerini arka arkaya yaptıkça kamera bizi zoomlasa. Bebek kahkaha atsın diye gıdık, dudakları büzüştürsün diye çimdik...

Bakıcı ablaya çıkarsa bir talip, bedavadan türk vatandaşlığı, daha ne ister ?

İlgi odağı olmak, bir şey olmak. Hepimizin istediği bu değil mi? Şu an ekrandaki bu insancıkların istediği de bu değil mi? O stüdyoda olup hepsine gerçekleri anlatmak isterdim. O kadar kolay değil yalnızlıktan kurtulmak, televizyona çıkmaktan bile daha zor hatta, demek isterdim.

İzdivaç programına beni çıkarsalar. Koca arayan kadınların, karı arayan kocaların arasına. Elime mikrofonu verseler.

Onlara büyüynce hiç evlenmeyeceğim diyen küçük bir kızın düğün gecesini anlatsam...

11 Nisan 2010 Pazar

Up , Animasyon Deyip Geçme !


Animasyonları büyük beklentilerle izlemem. Pek öyle "Shrek ne kadar tatlı di miiğ " kızlarından değilimdir. Hatta biraz katı bir genelleme olacak ama "çizgi film" ler çocukluk yıllarında çocukluk anılarında kalmalı diye düşünürüm. Eğlencelik filmler evet, etki alanı geniş mi, hayır.

Bu görüşlerimi değiştirebilecek bir film izledim bugün . Sporda vakit geçsin diye Up'ı açtım. Uçan bir ev filan hatırlıyorum fragmanlarından. Pek de merak etmiyorum hatta. Derken..

Up beni ilk 15- 20 dakikası ile yıktı geçti. Spoiler olmasın, bahsetmiyorum konusundan filan. Ama benim kafama yüzlerce soru doldurdu Up.

Çocukken en büyük hayalim neydi diye düşündüm mesela. Peki ne oldu, yapabildim mi? Şimdi en büyük hayalim ne peki? Günlük hayatın illüzyonundan kurtulup ne zaman yapacağım onları ?

Çoğu hayalimi gerçekleştirdim, şanslıyım. Ancak gene de sırada bekleyen uzun bir "to do list" var.

Kim tutuyor ki beni?

Hayallerimi erteleyip erteleyip bir gün hiçbir anlamlarının kalmadığını görmek istemiyorum. Ve silkelenip kendime geliyor, hemen bir plan çıkartıyorum.

Madde 1 - Size söylemiyorum.

Madde 2 - 2010 bitmeden Roma görülecek, planlara şimdiden başlıyorum.

Siz de durmayın yahu, hemen yapılacaklar listenizi hazırlayın.

Ya da Up'ı seyredin önce..

9 Nisan 2010 Cuma

Kısa Kısa

- Katı gıdalara geçmenin verdiği heyecanla oğlanın ağzına bulduğum herşeyi tıkıyordum ki, doktorun ıspanak suyuna batırdığım ekmekler karşısında verdiği tepkiyle titreyip kendime geldim
- Kilo vericem diye düzenli spor yapmaya başlayınca ilk haftalarda kilo vermek yerine aldığınızı biliyor muydunuz ? Bilemiyorum bu ya bir gerçek, ya da spor hocası kilo verdiremediği gibi bir de çok fena kandırdı beni.
- Sokaklarda gezerken bazen takım elbise giymiş saçlar fönlü acele acele yürüyen kadınlar görüyorum. Tekrar çalışsam mı acaba diyorum. 2 Saniye kadar düşünüyorum. Sonra da saçmalama diyorum.
- Yaz geliceksen gel, gelmiyeceksen de gösterip giösterip insanın sinirlerini bozma.
-Peki bu haftasonu Debenhams 'da %70 indirim olduğunu biliyor muydunuz ? Cevahir AVM yakınlarındakilere duyurulur.
- Sadece benim oğlanda mı böyle bilmiyorum ama Aptamil mama kabızlık yapıyor yahu. Mama içirdiğiniz bebeğinizde kabızlık problemi varsa Similac mama tavsiye edebilirim, doktor tavsiyesiyle kullandık kabızlık ve gaz problemini çözdü.
İşte öyle böyle..

Hedefim Bikini, Düşmanım Eti Browni!


Gene eften püften bir konuyla karşınızdayım. Rejim yaparken en büyük düşman irademizdir derler ama daha da büyük düşmanlar var arkadaşlar. Buyrun listeliyorum;


- Eti Browni İntense. Yiyince üç- dört tane yeniyor adedi de 400 kalori mi ne. Allah belasını versin.

- Magnum'un aynı kutuda 6'lı olan Magnum minisi. Direkt popoya yağ aktarıyormuş.

- Carte Dor mu ne pasta şeklindeki dondurma. Tadına gerek yok, tipi yeterine iştah açıcı.

- Karışık kuruyemiş. Kola. Patlamış mısır. Tv karşısında dizi başlayınca bunları yemeye başlayın, dizi bitince en az 1 kg daha ağırsınız.

- Bol yağlı iskender. Bir irade sınavı.

- Nutellalı tereyağlı ekmek.


Daha aklıma gelmeyen bir sürü şey var tabii. Şimdilik mücadelemi bunlarla sürdürüyorum. Du bakali nolcek.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Her Bahar Aynı Hikayee

bahar aylarında herkeslere aynı şey oluyor mu bilmiyorum. Ama benim fena halde yenilenesim, modifiye olasım filan geliyor. Yüzeyselliğin bile en yüzeyinde yüzerek yenilenme planımı beyan ediyorum;
Kilolar gidecek, saçlar boyatılacak , spora gidilecek , düzenli cilt bakımı yapılacak, küçük beden kıyafetler alınacak...
Peki bahar gelince en akademisyeninden en tikisine, en çıtırından en teyzesine tüm kadınlar olarak biz, neden hep aynı şeyleri istiyoruz? Neden yenilenmek demek fiziksel olarak bir kalıba uymak demek? .Neden hepimizin içinde bir beş kilo zayıf, sarışın ya da ne bileyim sokakta gördüğümüz birilerine benzemek isteyen bir kadın var?
Ben artık kendi gerçeğimi kabul ettim, bunları istiyorum işte.
ne bileyim bir hafiflik geldi üzerime gerçeğimle barışınca, bir prototipe uyunca. Kendimi inkar edemiyorum.
Gidip bir Cosmo alayım da okuyayım bari beni o paklar :)

Bebek Yemekleri


Doğurmadan önce bebekli kadınların devamlı bebek konuşmasından sıkılır , ne kadar sıradan bir hayatları var diye düşünürdüm. Bit kadar bebekten bu kadar bahsetmenin alemi ne derdim. Hatta bana ne ya bebeğinden de senden de derdim içimden.

İşte buldum belamı. Bebek doğduğundan beri benim için hayatta sadece bebekler , bebekli aileler, bebek ve çocuk gelişim kitapları ve bebek ve çocuk mağazaları var. Buldımcuk anne pozlarım ne kadar devam eder bilmiyorum ama tek bildiğim aklı olan yatırımcı anne- bebek sektörüne el atar. Zira alışverişe başlayınca kendimi durduruamıyorum, ki güya alışverişi ve müsrifliği hiç sevmem.

Neyse, 5. ayda katı gıdalara başlıyor bebekler, özellikle bizimki gibi mama takviyesi almak zorunda kalan bebekler. Bu nedenle son haftalarım bebek yemeği tarifleri araştırmak, katı gıdaya geçerken annelerin nette yazdıklarını okumak ve marketlerden her çıktığımda kavanoz mama ve tahıl muhallebi karışımları almakla geçti. hatta marketlerde bebek maması alma olayını öyle abarttım ki, sanırım bir kısmını ben yemek zorunda kalacağım.

Araştırmalarım sonucunda ( ki sadece beni bağlayan araştırmalardır bunlar) şu sonuçlara vardım ;

- Bebeğin kilo alımı yeterli olsa bile 5. aydan sonra az az tattırmalara başlanmalı ki bebek yutmayı ve tat kavramını geliştirsin

- Bir gıdayı ilk verdiğiniz gün ondan az verin ve başka değişik bir şey vermeyin ki alerjisi varsa farkedilebilsin.

- Verdiğiniz ek gıdanın kıvamı mutlaka çiğnemeden sadece yutkunarak ve emerek yutulacak kıvamda olmalı.

- Verdiğiniz ek gıda da hafifte olsa pütürler olmalı ki, ilerde yutkunmakta zorluk geliştirmesin.

- Bir de yasaklı yiyecekler var, ilk yıl için aklıma gelenler ; tropik yiyecekler, süt, şeker, tuz..


Peki ne vereceğiz bu bebeklere ?


İlk tavsiye edilenler ; yoğurt, cam rendede elma püresi, patates, havuç haşlamasının püre haline getirilmişi ( tabii çok sulu bir püre) gibi gıdalar. Burada önemli tartışma konularından biri kavanoz püreler ve mamalar mı, yoksa evde hazırlanan ezme - püreler mi sağlıklı sorunsalı?

Bazıları evde hazırlanan meyve pürelerinin , mayalanan yoğurtların bakteri ve mikrop barındıracağını, özellikle sebzelerdeki tarım ilaçlarından dolayı evde bebek için sağlıklı gıda hazırlamanın zorluğundan bahsediyor. Bazıları da hazır mamaların koruyucu maddeler nedeniyle zararlı olacağından...

Peki ben ne yapıyorum?

Hem cam rende aldım, hem de koruyucu madde eklenmemiştir etiketli hazır meyve sebze pürelerinden. Bir gün elma rendelersem, bir gün de hazır karışım veriyorum. En orta yol bu gibi göründü bana.

Bakalım, şu günler geçse, şu bebek büyüse... Şöyle bir dürüm sardırıp yedirsem mesela..Daha çok var di mi?

6 Nisan 2010 Salı

Emzirmek : Duygusal Göbekbağı


Doğumdan önce en çok kafama takılan sorulardan biriydi ; "Nasıl emzireceğim?"

Hamilelik halinden kurtulup normal insan formatına dönmeme engeldi gözümde emzirmek. Göğüsler sarkar mı? Nasıl elalemin içerisinde emzireceğim? Hem hiç estetik bir görüntü de değil... Bir de emzirirken ya daha fazla kilo alırsam, rejim yapamam ki... Bu düşüncelerin arasında kendimi avutuyordum, altı üstü 6 ay emziririm olur biter diye.

Şu an da bebeğim 5 aylık. Gittikçe memeden uzaklaşıyor , gittikçe sütüm daha az geliyor. Ek mamaya ve katı gıdalara geçtik. Herşey 3. ayında sadece 500 gr almasıyla başladı, doktor tavsiyesi, anneanne dırıltısı, etraftan burnunu sokanlar derken ben de iyice inandım sütümün yetmediğine.

Yardımcımız ben yokken mamayı dayayıp duruyor zaten. Bebek "mırık.." dese açtır bu aç oluyor herkes. Biberonu görünce sevinç nidaları atıyor, meyva ezmelerini kaşıkladıkça yüzünde güller açıyor benim hain evladımın.

Ben nasıl mı hissediyorum ?

Terkedilmiş hissediyorum. Biberonu delice kıskanıyorum. Ona mama hazırlayıp veren herkesin yerime geçmeye çalıştığını düşünüyorum. Bebeğin kolumun altına sığınıp emmesi nimet gibi geliyor artık. Bunun bitecek olması, bir gün büyüyecek olması ise korkutuyor, ağlamak istiyorum. kadınlar emzirmeyi kesince nasıl toparlanıyorlar, üzülmüyorlar mı bunu düşünüyorum son günlerde.

Ve bu hissettiklerimi bana deli demesinler diye çevremdeki kimseye söyleyemiyorum.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Spor Salonu Halleri




Bugün spor salonunda 1buçuk saatim geçti. Evet bibuçuk saat, yazması kolay. Ayıptır söylemesi her yerimden ter aktı, anam ağladı ve de tüm kaslarım isyan bayrağını çekti. Olsun, son 1 ayda 4 kg vermenin gazıyla, spor salonuna her gün gitmeye karar verdim. Haftada 1-2 kez gidince bile işe yarıyorsa her gün spor yaparsam benim bu hızla Çağla Şıkel olmam gerekir 2 aya kalmadan. Değil mi? Lütfen...


Neyse, sporda her zamankinden daha fazla kadın vardı. çünkü biliyorsunuz havalar ısındı ve tüm kadın kısmının aklına rejime girmek aynı anda geldi. Her bahar başı aynı ritüeli hemcinslerimle yaşıyoruz sanırım, bakalım aynı yüzleri ne sıklıkla göreceğim, ya da beni ne sıklıkla görecekler .


Şimdi bu spor salonlarında benim anladığım bir jargon var. Kendinden zayıf ve güzel vücutlu olanla konuşmuyorsun. Senden şişman ya da seninle aynı olanla hemen muhabbeti koyuyorsun. Böylece spor salonunun kendine özgü sosyal ortamı oluşuyor . Benimle herkes konuşuyor mesela, zayıf bir kızcağız var, kimse selam bile vermiyor.


Sonracıma, edilen muhabbetlerde herkesin kilosunun bir sebebi var. Çocuk yaptım, hastalık geçirdim, stresliydim, çalışma hayatı filan gibi. Kimse de demiyor, çok yiyorum uleeen, tatlıya çukuya böreğe mantıya doyamıyorum diye.


Bir de herkes bir alete, mesela koşu bandına ilk çıktığında, herkesin ona baktığını zannediyor ve acayip kasılıyor. Buradan onlara seslenmek istiyorum, kasılmayın sadece ben bakıyorum, o da zaman geçsin diye.


Bir de acı gerçek, spor salonunda vakit geçmiyor, ki bizim siteninkinde tv bile yok. Telefonumu kurcalayıp duruyorum ben de, yoksa bir bant üzerinde yürüyüp yürüyüp hiç bir yere varamamak çok sinir bozucu!


2 Nisan 2010 Cuma

İşte Böyle Kilo Verilir Bebeğim!


Yihuuuuu!

Heheheyytt!

Hobareyyyoo!

ve bilumum sevinç efektleri... Rejime başladığım 3 Mart'ın üzerinden bugün itibariyle 1 ay geçmiş oluyor. Bu bir ayın içerisinde açıkçası yediklerime doğru düzgün dikkat edemedim. Hele ki eti Browni İntense mi ne Allahın cezası bir şey çıkmış, o beni mahvetti. Bir de spora programladığım gibi her gün gidemedim. İki haftamız bebişkonun hastalığıyla geçti zaten, başka bir şey düşnemedim bile.

Bunlara rağmen, kesinlikle saat 18:00'dan sonra yemek yemedim. Yürüyüş yapmaya çalıştım ve arada bir spora kaçtım . Bol bol su içtim. Ve tatlı öğleden sonra yemedim.

Ve sonuç..4 kg gitmiş 1 ayda!!

Yupiteyteyteeeyyyy!

Önümüzdeki aya söz veriyorum kendime, daha fazla spora gidip, daha düzenli beslenip gene en az 4 kg vereceğim.

Neyse, onu bunu bırakın da , gerçekten 4 kg ya, az değil yani?

31 Mart 2010 Çarşamba

Ne Kadar Hızlı Büyüyor Bu Bebek Yav !

Çok hızlı büyüyor, çok hızlı geçiyor zaman . Hatta diyebilirim ki korkutuyor bu beni. Değişime karşı koyanları bağnazlıkla suçlayan ben , kendimi her tür değişime direnmeye çalışırken buluyorum bir anda.
Daha dün bıraktığım yerde yatıyordu, şimdi 180 derece dönmüş bluyorum.
Daha dün tek bildiği memeydi, şimdi püreler, ezmeler, biberonlar. Memeyi de bırakır yakında bu.
Daha dün kafasını okşayınca uyuyordu, şimdi kucakta gezmek istiyor.
Daha dün evden dışarı çıkmak nedir bilmezdi, şimdi hergün arabasıyla siteyi fırdönüyor.
Daha dün kaafasını sağdan sola çeviremiyordu, şimdi fıldır fıldır kafa bi orda bi burda.
çocuk büyütmek zor zanaatmiş , yeni anlıyorum. Bir düzen, bir kural, erdim dediğin bir huzur yok. Hep değişen , şekillenen bir ufaklık. Değişime karşı koymamaya , büyümesini ve farklılşmasını kabullenmeye karar verdim. Uyku saatlerini, yeme alışkanlıkalrını filan takmayacağım kafama. Akan bir nehir, kabul edeceğim.
Ama.
Daha dün karnımdaydı yaa...

30 Mart 2010 Salı

TİM Reunion


Cumartesi yeni evimizin terasında eski iş arkadaşlarımı ağırladım. Hey Allahım şu kurduğum cümlenin havalılığına ben bile inanamıyorum şu an. Neyse.

Güzel bir akşamdı, mangal gibi bir şey yaptık. Bir zamanlar hepimiz aynı yerde çalışıyorduk , e tabii uzun aradan sonra biraraya gelince saatler nasıl geçti anlamadık. Uzuzn zamandır gene alkole ara vermiştim , iki kadehcik şarap beni aptala döndürdü. Resimde aptal aptal bakan gözleri kısılmış mayışmış kişi de benim zaten.

Gecenin sonunda ismini vermek istemediğim bir erkek çocuğu mangalı devirip, ortalığı batırıp, bu güzel ortamı bozmasaydı gene iyiydik.
Neyse Gökşan arayıp durma tamam ya mangal çalışıyo, yağ izleri geçti :P
Not= Bu resimde olmayan değerli diğer eski iş arkadaşalrım, Cumartesi çalıştığınızı bildiğimiz için hiç haber verip sinir bozmayalım dedik...

28 Mart 2010 Pazar

Minik Eren'in Hızlı Hayatı


Eren'in hızlı hayatından gelişmeler ;


- Neredeyse 5 aylık oldum anasını satayım.

- Bana çok gizli bir arkadaş geliooo, kimse bilmio geldiğini ben biliyoruuummm :) Anlayan anladı :)

- Bronşoit diye bir hastalık kaptım , iki gün bir hastanede kaldık, tüm hemşireler bana hasta oldu:) Akrep cazibesi işte :)

- Sadece mavi pusetime oturunca kakamı yapıyorum. Neden bilmiyorum.

- Sonunda memeyi bırakacağımdan korkmadan bana normal emzikli bir biberon aldılar cuk cuk götürüyorum ek mamaları.

- Elma püresi yiyorum, muz ezmesi yiyorum, suyla ezilmiş petibör yiyorum. Lahmacun sardırıp yememe çok az kaldı.

- Dışarı çıkmayı, temiz hava almayı çok seviyorum. Kucağa çıkmak isteyince nazikçe söyleniyorum, sağolsunlar beni kırmıyorlar.

- Geceleri bazen çok uyanıyorum bazen az. Güvenilmez çılgın bir erkeğim ben.

- Bir aylık olduğum gençlik günlerimden daha çok gazım var bu aralar.
- Not = Resimde bana hastalığı bulaştıran zilliyi görüyorsunuz. Annemin arkadaşının kızımıymış neymiş git uzak dur benden dedim dinlemedi. Cazibeme kapıldı yanıma bile yattı. Al işte beni de hasta ettin diyorum kendisine buradan . Mutlu musun Eyşan?

22 Mart 2010 Pazartesi

Kısa Kısa

- Kadıköy Acıbadem Hastanesi'nde tüm kızlar, hemşire olsun doktor olsun ve hatta ne idüğü belirsiz takım elbiseliler olsun, neden bu kadar süslüsünüz? Bu bir kurum kanunu mu ? Ve neden hepiniz delicesine parfüm kokuyorsunuz ? Başınızda parfüm sıkmayıp makyaj yapmayınca dayak atan müdürler mi var? Neyse , hastaneden çıkş yaptığımız için çok mutluyum ve bunları görmezden gelebilirim. Gene de bebekle yatan hasta odasına yarım saatte bir günaydın diye bağırarak giren çalışan profili ağır makyajlarıyla Adana pavyonu ambiyansı yaratmadı değil.
- Eski çocuk doktorumuz Tamer Bey, yemin ederim seni çok seviyordum. Ama artık taşındık ve çok uzaksın, ayrıca da o cep telefonu açmamak için bir yemin etmiş gibisin. Yollarımızı ayırmamızın zamanı geldi..
Yeni çocuk doktorumuz İlkay Hanım. Ahu Tuğba'ya benziyorsun ve kadın doktorlara güvenmememe rağmen ben de güven duygusu uyandırdın . Hadi bismillah.
- Sevgili kayınvalidemler, Ankara'ya düğüne aynı arabada bir bebek ve beş kişi gitmemiz biraz yalan olur şimdiden söyliyim. Uçağa biner yarım saatte Ankara'ya giderim.
- Saat 4 buçuktan sonra yemek yemiyorum ve haftada bir kilo veriyorum. Saat 4 buçuğa kadar da ne bulursam yiyorum. Bakalım nereye kadar.
- Sevimli bakıcı ablamız, sen sallamasan da bu bebek uyuyordu dertsiz başımıza dert açtın yaaa.
İşte öyle böyle..

18 Mart 2010 Perşembe

Şişşt!

Olumsuz şeylerden bahsetmeyi sevmem. Dinlemeyi, üzülmeyi, anlatmayı ve seyretmeyi de sevmem. Negatifliklerin birbirini çağırdığına inanırım.
Bu nedenle uzun uzun anlatmayacağım.
Sadece şey diyeceğim ; Her şeyin başı hakketen sağlık. Sağlık olduktan sonra insanlar geri kalan her sorunu halledebilir. O yüzden tek dilek hakkın var deseler , ben ve sevdiklerim için sağlık dilerim.
Allah hastanelerde yatan, sağlıklarına kavuşmayı bekleyen, hastalıklarla mücadele eden herkese yardım etsin.

13 Mart 2010 Cumartesi

Dermalogica Beni Baştan Yarat


Dermalogica ve onu satan eczanedeki tıfıl ve sevimli kız ! Yaktınız ulen beni ! Ocağıma incir ağacı diktiniz.

Baharın gelmesiyle her kadın gibi kendimi yenileme , zayıflama, gençleşme , güzelleşme heveslerinin rüzgarına kapıldım gidiyorum bakalım nereye kadar. Hayır anlamadığım, ben bunu neredeyse 15 yaşımdan beri yapıyorum , ne bela iş yahu kadınlık.

Neyse, bugün o eczaneye girerken aklımda sadece bebetoma burun spreyi almak vardı. Sonra o çipil yanıma yaklaştı ve sordu "Cildiniz için ne kullanıyorsunuz hanımefendi?" doğruya doğru uzun zamandır bir şey kullanmıyordum. Bu cevabı duyan çipil beni dermalogica standının önüne doğru çekelemeye başladı.

Sonrası biraz bulanık. O anlattı , ben dinledim , o şovunu yaptı ben ağzım açık izledim hatta.

Sonuç;

Elimde boy boy dermalogica şişesiyle ben , teknosaya kadar gitmiş olan kocam beni elimde torbalarla görünce şaşkın, satıcı kız prim usulü çalışıyorsa ihya..

Hoşgeldin banyo masasının üzerine dermalogica. Umarım o servete değer.