31 Temmuz 2009 Cuma

Dünyanın En Kolay Börek Tarifi


Börek yapmak genelde çok zor yada insanın sadece annesinin yapabileceği bir şeymiş gibi lanse edilir. Tamamen palavra efendim. Misafir mi geliyor, sevgiline hava mı atacaksın , kocana becerikli bir karısı olduğunu mu ispatlayacaksın... Al sana " Dünyanın En Kolay Paçanga Böreği" tarifi;


400 gr kaşar peyniri , 2 domates, 2 yeşil biber, biraz yoğurt, milföy hamuru , çemensiz pastırma...


Kaşarları rendeliyorsun. Domates ve biberleri ufak ufak , ya kıyamam ben onlara, minik minik dilimliyorsun, hepsini bir kaba koyup biraz da yoğurt ve tuz ekliyorsun. Böylece harç malzemen hazır.

Sonra buzluktan çıkartıp yumuşattığın milföyleri tek tek alıp azıcık una buluyor ve oklava ya da yoksa bardak, o da yoksa boş pringles kutusuyla açıyorsun. Zaten yumuşamış olan milföyler boylarının 2-3 katı büyüyor, artık göz kararı, keyfine göre.

Böyle açtığın milföylerin içine harcımızı, üstlerine de çemensiz pastırma dilimini yerleştirip katlıyorsun. Artık o dizayn da senin keyfine göre. Sonra bu börekleri, mümkünse pişirme kağıdı serilmiş,

mümkün değilse yağlanmış tepsiye diziyoruz. 200 derecelik fırına atıyoruz. yarım saati bulmadan da yiyoruz. Üstlerinin aldığı renge göre kendiniz pişip pişmediğini anlayabilirsiniz .

Bu böreğin üzerine yumurta sarısı filan da sürülebilir ama ben pek sevmem, keyfiniz bilir.

Afiyet olsun.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Zayıflama Diyetleri Çöpe!


Vücudundan memnun olan ne kadar az insan var değil mi? Ne halt etmeeye bilmiyorum ama kimse kendini beğenmiyor. En zayıf kadın bile daha zayıflamaya çalışıyor. Bilmiyorum akşamları birileri gelip aynalarımızla oynama mı yapıyor ruh sağlığımızı bozmak için ama, ben artık çok sıkıldım bu kısır döngüden. Etrafımda her yaz başı diyete giren, yanından geçen zayıf kızlara kıskançlıkla bakan, dakika hesabı spor yapan ve sonra da yedikleri bir dilim pasta için vicdan azabı çeken kadınlara laf anlatmaya çalışmaktan bıktım.

Hatunlar ! İş beyinde bitiyor. Ne kadar kaçarsanız, o pastalar, börekler, baklavalar, makarnlara sizi kovalıyor. Kilo almaktan korktukça, lokmalarınızı saydıkça kilo alıyorsunuz. Seni aç bırakmalıyım diye vücüdunuza kızdıkça, beyniniz yediklerini depolamayı emrediyor, su içseniz yarıyor. Bi rahat olun ya, kilo vermeye çalışarak ömür geçiren , hayatını hiç gelmeyecek zayıf günlerine erteleyen arkadaşlarım var resmen.

Acıkdıkça ye, doyunca bırak olarak özetleyebileceğim, dünyanın en mantıklı beslenme biçiminin zayıf insanların sırrı olduğuna inanıyorum . Bunu da ben demiyorum , Ozan Tunçer diye bir doktor söylüyor. Diyor ki; Vücuda küçük yaşlarda sokulan kısıtlama mikrobu, dengenizin bozularak çok kilo almanızın sebebi. Hiç bir şeyi kısıtlamadan, acıkınca yiyip, doyunca durun. Acıkmayı ve doymayı yeniden öğrenin . Ve son olarak ; Trilyonların döndüğü diyet sektörünün oyuncağı olmayın , hepsi uydurma. Tüm diyet kitapları çöpe !

Bu ilginç fikirleri benimseyebilecek kadar açık görüşlüyseniz buyrun sitesinin linki;



Bu adresten kitaplarını da ücretsiz indirebiliyorsunuz.

Yiyin bol bol ya canınız ne çekerse, kasmayın anasını satayım..

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Hayatımın En Mutlu Anıymış , Bilmiyordum...


Geçen yazın sonunda , Eylül ayının ortasında, tüm pisliğini kusmuş, boşalmış Çeşme'de yaptığım 15 günlük tatilin pek çok güzel anısı var. İstanbulluların terketmesiyle sokakları boşalan Alaçatı, Ayayorgi'de jet-ski biçecek derdi olmadan denize girmek, Dalyan'ın boş balıkçıları, Ilıca'da dalgalara salak çocuklar gibi zıplarken birileri görecek ne diyecek diye kasmamak...

Tam bir huzur detoksuna bünyeyi bırakmışken, her sahnede elimde Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi kitabı vardı. Plajdan plaja sürüklediğim bu kitap, sonbaharda yaptığım bu sessiz tatilin dokusuna ancak bu kadar uyabilirdi. Ne aşk acılarını etkileyici bulurum, ne ayrılıkları, ne obsesyonları. Ama Masumiyet Müzesi'nde farklı bir şeyler olduğunu okurken hissetmiştim.

Neyse efenim, üzerinden neredeyse 1 sene geçti. Bir sürü kitap okudum bu arada, elimden geldiğince yelpazenin geniş olmasını isterim okuduklarım söz konusu olunca. Yerlisi yabancısı bir sürü hikaye, bir sürü de yazar okudum bir sene boyunca.

Sonra demin nerden aklıma geldiyse, şu kararı verdim. Son 1 senede Masumiyet Müzesi , okuduğum en etkileyici kitaptı ! Bir senedir beni daha çok etkileyenini okumadım.,
Yani , nasıl anlatayım bıraktığı tadı, çok iyi basketbol oynayan bir adama , ya da çok iyi şarkı söyleyen bir kadına, kabullenmişlikle bakıp, "vay anasını" dersiniz ya. Bu kitapta da işte böyle bir büyü var. Sadece anlattığı konu değil, kelimeleri kullanış şekli. Sanki gizlice sayfaların arasına bir büyü üflemiş Orhan Pamuk. Nasıl anlatabileceğimi bilemiyorum.

Özetle,romanın ilk cümlesinde bile bir farklılık yok mu sizce ;


"Hayatımın en mutlu anıymış , bilmiyordum..."


24 Temmuz 2009 Cuma

3G = Gez, Göz , Garpacık?


Bu 3G şeysinin ne olduğunu tam olarak bize anlatmıyorlar mı bana mı öyle geliyor ? Evet , telefonla kameralı konuşmak süper, uzay yolu filan tamam ama bunu zaten msn 'den skype'dan yapmıyor muyuz ? Hem hepimizin telefonlarının önünde kamerada yok ki..

Ya da hızlı internet olacak diyorlar , ama benim bir şikayetim yoktu zaten hızımdan. Yani bir laptopla yapamayacağım ne var 3G'nin hayatımıza getireceği mucizeler arasında ?

Tamam , ben de biraz teknoloji cahiliyim gerçek bu , ama televizyondaki reklamlardan, ya da Ntv'ye çıkıp konuşan havalı adamların anlattıklarından daha fazla bir şey anlayamadım ben.

Biri bize anlatsın no'lur . Telefon çalınca açıvericem kamerada açılacak yani, ya tuvaletteysem ? Ya yataktan yeni kalmış ve yüzüm gözüm şişlikler içindeyse ? Arayan da bankadan kredi kartı satmaya çalışan çocukcaazsa, ayıp olmayacak mı ?

Seni anlamıyorum 3G. Her yerde sen varsın, reklamların her köşede. Merak ne güzel şey diyorlar. Bir kızla bir oğlan yolda çarpışıyor, aşık oluyorlar filan. Bi şeyler oluyor ben anlamıyorum , bön bön ekrana bakıyorum. En son birisi telefonunu 3G'ye uyumlu hale getirmek için , telefonun arkasındaki kameraya ayna tutarak konuşacağını söyledi, o noktada bir şeylerin saçma boyutlara geldiğini düşünüdüm. Sanırım çok fena gaza getiriliyoruz.

3G! Bence kendini daha iyi anlatmalısın!

23 Temmuz 2009 Perşembe

Siz Ofise Tıkılmışken Sokakların Hakimleri


Çalışan insanlar ! Siz ofislere tıkılmış ve dış dünya ile tek iletişiminiz camdan bakmak ya da kapının önünde sigara içmek iken sokakların esas hakimleri kim biliyor musunuz ? Hafta içi mesela bir Salı ya da Perşembe günü, saat 11:00 ya da öğleden sonra 14:45 , bütün dünyanın sizin gibi ofiste olduğunu zannediyorsunuz biliyorum, ama çok yanılıyorsunuz. Gözlemlerime göre mesai saatlerinde sokakların hakimlerini şöyle ;


1- Ev kadınları = Yanlarında kendileri gibi bir tane daha kadın, ya da bir bebek arabası, yavaş ve telaşsız adımlarla ilerler. Ellerinde aksesuar olarak bir market torbası da bulunabilir. Telefonda konuşurken ya da yanlarındaki diğer evkadınıyla muhabbet ederken sesleri genelde yüksek çıkar. Alışveriş merkezlerinde bu türün bakıcılarıyla gezen daha zengin versiyonlarını görebilirsiniz.


2- Moto- kuryeler = Bu arkadaş bir kurye , kargocu, pizza dağıtıcısı ya da bilemiyorum heyecan arayan bir motosikletli olabilir. Tavsiyem uzak durulması, her köşeden fırlayan bu hızlı motosikletlere karşı dikkatli olunması


3- Zengin Çocuklar = 20 - 25- 30 ya da eşşek kadar 35 yaşında olabilirler. Bronz tenlerinden, güneş gözlüklerinden, ellerinden amaçsızca sallanan araba anahtarlarından tanıyabilirsiniz. Bildiğiniz tüm havalı - pahalı kafeleri gündüz saatlerinde bunlar doldururlar.


4- Emekliler = Fazla uzağa açılmayı genelde istemeyen bu grup mahallelerindeki küçük çaplı marketlerde sosyalleşirler ve market kartını ellerinde kredi kartı gücüyle taşırlar. Sevimlidirler, ellerinde ağır poşet varsa yardım edilesidirler.


5- Kapıcılar = Kimi zaman ellerinde 15 köpek gezdirmeye çalışırken, kimi zaman 50 ekmek apartmana ulaşmaya çalışırken rastlarız. Genelde mahallenin bakkalının önünde topluca otururlar ve emekli apartman yöneticisine görünmeden geyik yapmaya çalışırlar.


Aklıma gelenler bunlar. Sonuç olarak siz ofise tıkılıp kalmışken hayatınızın aşkı sokaklarda geziyor , sizi arıyor ve bulamıyor diye üzülmenin anlamı yok. O da bir ofiste muhtemelen

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Dünyanın Bütün Kiracıları Birleşin!


Önümüzdeki 1 ay içerisinde İstanbul'daki 7. evime taşınacağım. Son 6 yıldır oturduğum Gayrettepe / Mecidiyeköy'ün karmaşasını, hareketin hep burada olmasını, yürüme mesafesindeki alışveriş merkezlerini bırakıp gitmek zor olacak . Ama aynı yerde kalmanın imkansız olduğu bir dönüşüm noktasındayım, beni bekleyen hayat burada beni bulamayabilir.

Neyse normal insanlar gibi ev aramak yerine önce uzunca bir süre semt aradım. Anadolu Yakasında olması gereken bu semti bulmak ve içime sinmesini sağlamak pek de kolay olmadı. Bir kaç aday uzunca süre berabere gittiler, ve kazanan Erenköy oldu.

Erenköy'de baktığım evlerden birkaçı da aklıma yatmış durumda . Şu an yapmam gerekenler sadece;

- Hangi eve çıkacağıma karar vermek

- Mart ayına kadar kontratımızın devam ettiği şu anki evsahibimizle seviyeli bir ayrılık yaşamayı başarabilmek

- Bütün evi toplamayı, kolilemeyi, yeni evi temizlemeyi, sonra eşyaları taşımayı, yerleştirmeyi, ve bunları yaparken beni rahatsız etmemeyi başarabilecek birilerini bulmak.

- Yeni evin 6. katta olmasının asansöre binemeyen ben için ne gibi muhtemel zararları olur iyice düşünmek.


Şu kadarcık işi hallettikten sonra yeni bir eve taşınmış olacağım işte. Bana çok iş yokmuş gibi geldi...

Sıcakla Mücadele 1o1


Yanıyoruz ve de boğuluyoruz topluca. Bir böyle yapış yapış pis bir sıcak, insanı yaşamaktan bezdiriyor. Sıcak insnaı sinirli yapıyor, cinnetin eşiğine getiriyor. Ben kendi çapımda mücadele ediyorum efendim bu yaz, belki işinize yarar;


- Bol bol soğuk duş alıyoruz. Sonrasında saçlarımız uzunsa ıslak topuz yapıp efil efil geziyoruz, bir 15 dakika idare ediyor.


- Mümkünse klimalı ortamlarda bulunup bol bol su içerek klimanın bünyemizi kurutmasın a izin vermeden serinliyoruz.


- Klima yoksa, en yakın evkur benzeri garip dükkana gidip uydurmasyon bir vantilatör alıyoruz, ki 40 - 50 Tl' ye satılıyor bunlar.


- Soğuk su , meşrubat vs içince vücudumuzu ter basar . Bu gerçeği özümseyip çok soğuk su içmiyoruz, ya da harareti alsın die açık limonlu çaya abanıyoruz.


- Çok kötü sıcak basma anlarında buzdolabının kapısını açıp 10 dakika önünde duruyoruz. Çevre için berbat , kendimiz için güzel bir şey yapıyoruz.


- Daralmamak için olabildiğince geniş , sıkmayan , rahat kumşlardan yapılmış kıyafetler giyiyoruz.


- Gene çarpıntı ve daralma hissi olmaması ve kolay uyuyabilmek için kahve ve koladan olabildiğince uzak duruyoruz.


Ve son olarak, her ne yaparsak yapalım, sokakta minyatür pervanelerini suratımıza tutarak gezmiyoruz. Hiç bir sıcak buna değmez!

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Sigara da Onu Bırakabileceğime Hiç İnanmamıştı


Sigarayla 15 yaşında tanıştık. Samimi ve havalı bir arkadaş gibiydi. Onunla gizli gizli buluşuyor, sinirimi, isyanımı onunla paylaşıyordum. Çekmecelerimin arka cephelerini boş sigara paketlerinin kapladığı lise yılları bitip, üniversite için İstanbul'a gelince benim havalı dostum, yakamı bırakmayan sarsak bir arkadaşa dönüştü. Artık onu içmemi engelleyecek kimse yoktu, zaten zamanla anladım ki engellemeye kimsenin gücü de yetmeyecekti. Sabah sigara, yemekten sonra sigara, muhabbet ederken sigara, çayın kahvenin yanında sigara, sonracıma, ders çalışırken sigara, kavga ettikten sonra, ağladıktan sonra, biri bir dedikodu anlatırken sigara, yatmadan önce sigarası, uykum kaçtı sigarası...Ben artık iki kuruş öğrenci paramla sigaranın köpeğiydim. Beni bırakıp bir yere gitmeye niyeti yoktu. Ve gerçekten asi yada havalı değildik, sadece pis pis kokuyorduk artık.

Seneler geçti , okulu bitirip işe başladım, aşk acısı, kredi kartı borcu, yalnız yaşanan evde can sıkıntısı sadece sigara ve ben vardık. Çoğu zaman kendimi kandırırdım. Mesela ; Bırakmaya gerek yoktu azaltacaktım. Ya da bir gün nasılsa bırakacaktım . Sigarayı bırakınca kilo alıyordu insan değil mi, önce birkaç kilo vermeliydim. Bu bunalımlı dönemimde sigaraya nasıl elveda derdim ?

Tabii pek çok başarısız denemem de oldu. Sabahtan bırakıp akşama başlamam, hastalandığım birkaç gün bırakıp, hafta bitmeden tütmem gibi. Beynimde karar vermem yetmiyor muydu, karar veriyordum işte, daha ne yapmalıydım ki...Olmuyordu işte, değil sigarayı bırakmak , yatmadan önce evde sigara kalmamışsa uyumayı bile beceremiyor, bazen deli danalar gibi sokaklarda açık tekel arıyordum.. Zavallıydım ve elimden birşey gelmiyordu.

Uzun zaman sigaranın zararlarıyla ilgili yazılar okudum. Akciğer kanseri hastalarının ciğer filmlerine baktım. Kültablası yalamadım ama iğrenmek için kokladım. Sigarayı bırakacak iradeyi gösterirsem hayatımı değiştirecek iradeye de sahip olacağımı kendime söyledim durdum. Hastalık, nefessiz kalma , kanser, hepsiyle kendimi korkuttum ama işe yaramadı. Sonra bir gün birşey oldu ve sanırım benim için sigara ile ilişkimiz o anda değişti.

Ofiste 30 'lu yaşlarda bir kız işe başladı. Yaşında çok çok daha büyük gösteriyordu, özellikle göz kenarlarındaki kırışıklıklar bir zamanlar varolan gençliği yüzünden silip atmıştı. Ofisteki samimi arkadaşlarımdan biri kızla tanıştıktan sonra , "Sigara kadınları mahvediyor şekerim" dedi. Ben "Nasıl yani?" diye sorunca da, şöyle bir şey dedi "Etrafındaki 30 yaş üzeri kadınlara bak, sigara kullanıp kullanmadıklarını çok kolay anlarsın"

Sonra ben bir süre böyle duman avcısı gibi kadınların yaşını ve sigara içip içmediklerini tahmin etmeye başladım. Sonuç;

Onu bunu bilmem kardeşim, bir kadın 30 unun üzerindeyse ve sigara bağımlısıysa bunu kırışmış göz kenarlarından, dudağının kenarlarındaki buruşukluklardan , sarkmış yüz hatlarından anlayabilirsiniz ! İstediği kadar havalı endamlı, uzun boylu renkli gözlü olsun, yüzündeki kolajen denen maddeyi sigara yok ettiği için burun hatlarından öne doğru akan yanaklar bir anda sigara bağımlısı kadınlara 5 yaş birden ekleyiveriyor.

Sizin de basit gözlemlerle ulaşabileceğiniz hayatın bu şaşmaz ve acımasız kanunu , belki de sadece aptal bir kadın olduğum için , beni çok fena sarstı.

Önce sigaramı ince olanlarla değiştirdim, sonra anti - aging olsun diye sigaranın yanında bol vitaminli çaylar içmeye başladım, sonra sigara kokusundan rahatsız olmaya başladım. Sonra, ki o gün doğumgünümdü, kestiğimiz pastamla beraber son sigaramı içtim. Kolay olmayacağını biliyordum, ama beni çirkinleştirmesine izin vermeyecektim.

Sigarayı bıraktım diye bir cümleyi ilk bir ay kurmadım bile, kimse bilmiyordu, sigaraya çağıran iş arkadaşlarıma canımın istemediğini söylüyordum. Sevgilimin evde sigaradan bahsetmesini yasakladım. Bir süre uykularım kaçtı, soğuk soğuk terledim yatakta. Hatta bu ilk haftalardan birinde işyerinin büyük patronundan çok fena azar yedim ve ağlama krizlerine girdim. O anda bile bir sigara yakmadım, karşımda sigara içen kızın dumanını suratıma üflemesini istedim sadece. Sonra bir gün geldi, yanımda sigara içenlerden rahatsız olmaya , kokusundan tiksinmeye başladım. O anda anladım, geri döner miydim bilmiyordum , ama onu şimdilik çok fena terketmiştim.

Elimde sigara yerine meyveli çaylarla dolaştığım o ilk terkediş günlerinin üzerinden ikibuçuk sene geçti. Bazen rüyalarımda sigara içtiğimi görüyorum, bazen birisi karşımda içiyor ve canım çok fena çekiyor. Bazen yanımda sigara içen birisi geçiyor ve dumanını ciğerlerime çekince lisedeki sevgilimle karşılaşmış gibi buruk buruk gülümsüyorum. Evet bebeğim, belki de başlarım bilmiyorum , ama şimdilik hissettiğim bu kontrol ve irade gücünün hiç bir şeyle değişmesini istemediğim..

Sigara, lisemizin arka duvarı, ergenlik odamın penceresi, yurt günlerimin sabahlara kadar süren muhabbet geceleri, öğrenci evimin komunite günleri, hiç bitmeyecek zannettiğim acılar, üzüntüler... Biliyorum, sen de seni bırakabileceğime hiç inanmamıştın.

Doğrusu şu ki; ben de bu kadar güçlü olduğumu seni terkedebilince anladım.